play_arrow

Ortaçağ Felsefesi

Bilgi Felsefesi : Hristiyan Felsefesinde Bilgi

Bilal A. Mart 6, 2021 705 1 5


Background
share close

“Felsefenin sırtına çok şey yüklenmiştir ama o hepsini sırtından atmıştır.”

Yeni-Platoncu Felsefede Bilgi

  • Plotinos’un felsefi sistematiğinin özünü oluşturan bileşenler olarak Platon ve Aristoteles’in felsefeleri, Hristiyanlığın ve Yahudiliğin dinsel öğretileri, Doğuya özgü mistik öğretiler sayılabilir.
  • Platon’da olduğu üzere Plotinos açısından da hem ontolojik ve epistemolojik bağlamda düşünülür gerçeklik duyulur gerçeklikten üstündür. Fakat düşünülür gerçekliği bile aşan ve ancak mistik bir esrimeyle ulaşılabilen bir tanrısal hakikat da söz konusudur.
  • Plotinos’un metafizik hiyerarşisinin en üstünde bir ‘bir’ bulunur. ‘Bir’ her şeyin başlangıç noktası ve temeli olan Tanrıdır. ‘Bir’ yalnızca epistemolojik açıdan değil, ontolojik açıdan da bir aşkınlık taşır; ne vardır ne de düşünülebilir. ‘Bir’ bir nevi tüm ayrım ve nitelemeleri aşan ayrımsız özdeşlik olarak arı hiçliktir.
  • Plotinos tanrısal hakikate bir çeşit esrime, yani kendinden, kendi varlık ve benliğinden vazgeçme içinde ulaşılabileceği kanısındadır. Batılıların ‘extase’ ve Osmanlıların ‘vecd’ dedikleri bu mistik yaşantı, her türlü bilinçli yaşantının ve akılsal çıkarımın yetersizliğinin de bir kanıtıdır. Ancak bireysel öznenin deneyimleyebileceği böyle özel bir yaşantının, dile getirilmesi onun otantikliğini bozabileceği gibi, kavramsal bir usavurma süreciyle doğruluğunun temellendirilmesi de onun özüne uygun olmayacaktır.
  • Esrime ya da vecd her türlü dilsel ifadenin ve düşünme sürecinin çaresiz ve yetersiz kaldığı bir aşkınlık durumudur. Bu anlamda Plotinos için Tanrının hakikati, Platoncu anlamda öncelikle episteme, yani bilginin içeriği olmaktan çok, olsa olsa bireysel bir deneyimin ve inancın ilgi alanı ve içeriği olacaktır. İnsan aklının ve ona dayalı bilginin bu sınırlandırılması, mistik bir form altında dinsel inancın arındırılmış bir soyutluk içinde öne çıkarılma sürecine paraleldir.

Hristiyan Felsefesinde Bilgi

Giriş

  • Ortaçağ Hristiyan felsefesi Patristik Felsefe (1-8.yy) ve Skolastik Felsefe (8-15.yy) olmak üzere iki ana başlıkta ele alınır.
  • Orta Çağ’da felsefe en yüzeysel haliyle dinsel inançları temellendirmek için kullanılır ve felsefe bir bakıma dinin hizmetkarı konumundadır.
  • Dönemin felsefesi ağırlıklı olarak Platon felsefesinin temel tezleri üzerine yükselir ve Skolastik dönemle beraber Aristotesçi bir kimlik kazanır. İngiliz deneyciliğinin gün yüzüne çıkmaya başlayacağı son dönemlerde artık Rönesans sürecine girilecek ve takip yıllarda da modern felsefe ile tanışacağız.
  • Ortaçağda felsefe tanrı veya tanrısal varlığın en tepede olduğu ontolojik bir varlık hiyerarşisi ile başlar. Felsefenin merkezinde tanrı vardır. Felsefenin diğer iki ana dalı olan epistemoloji ve etik de aynı kaynaktan beslenir. Önce ontoloji tartışılır, sonra da epistemoloji. Ontoloji tartışması da temelde ezeli ve değişmez varlık olan tanrının araştırılmasıdır.
  • Otoriteye (vahye) duyulan inanç temel alındığı için eleştiriye ve şüpheciliğe kesinlikle kapalıdır.

Tümeller Tartışması ve Önemi

  • Dönemin en önemli tartışması tümeller tartışmasıdır. Abartılmış da olsa, tüm ortaçağ felsefesinin tümeller tartışmasından ibaret olduğu dile getirilmiştir (Victor Cousin-19.yy). Çağın başlarında gerçekliğin zihinden bağımsız olduğu ve tümellerin gerçek varlıklar olduğu kabul edilse de Skolastik döneme doğru artan Aristotelesçi eğilimle kavram realizmi daha sonra da nominalist düşüncenin benimsendiği görülür. Nihayetinde skolastik felsefe artan nominalist baskıdan dolayı çözülecektir.
  • Tümellere yönelik genel olarak üç yaklaşım vardır. Bunlar;
  • Aşırı realizm:Tümel kavramların – tanrısal ideler olarak- nesneden önce başlı başına olan objektif bir realiteleri vardır.
  • Ilımlı realizm: Tümel kavramlar nesneler içindedir, nesnelerin özleriyle ilgili formlardır. Tümel kavramlar yine reel, gerçek şeylerdir fakat nesnenin dışında ayrıca bir varlıkları yoktur, nesnelere içkindir.
  • Nominalizm: Tümel kavramlar nesnelerden sonra gelir; bizim sonradan kurduğumuz sübjektif kavramlardır bunlar, sadece adlardır (nomen).
  • Skolastik felsefe Hristiyan dogmasını Platoncu-Aristotelesçi felsefenin kavramları içinde sistemleştirerek bunu akılla bağdaşan bir öğreti olarak temellendirmek istiyordu. Tümeller tartışması da bu dayanaklar üzerinde gerçekleşir.
  • Tümeller tartışmasında “Tümel kavramlar ne biçimde vardır?” sorusu yanında bir de “Tümel kavramları nasıl ediniriz?” sorusu vardır. Platoncu olan Augustinus’a göre biz tümel kavramları (ideaları) tanrıda seyrederiz, tanrıdan gelen bir ışık, bir esin bize ideaları gösterir, sonra nesnelerde yine buluruz bunları. Aristotelesçi anlayışına göre ise tümel kavramlara vardıran yol, algıladığımız tek tek nesneleri karşılaştırma ve soyutlama üzerinden geçer. Tanrısal tindeki nesneleri yaratan ilk örnekler de tümel kavramları karşılamadadır.
  • Nominalist düşüncede ise sadece bireyin gerçekliği söz konusudur ve bireyin iç ve dış deneyli bilginin yegane temeli olacaktır. Bilginin temeli deney olunca da önermeleri deneyde kontrol edilemeyen bir rasyonel teolojinin ya da ruhun ölümsüzlüğünü tanıtlamayan isteyen bir psikolojinin olmayacağı bellidir. Dolayısıyla tanrının birliği, sonsuzluğu hatta varlığı kesin olarak tanıtlanamaz. Tanrı ile gerçeği aşan dünya ile dile ilgili bütün bilgilerimiz ancak inanç önermeleridir. Bu önermeler, kutsal kitabın otoritesi ile kilisenin geleneğine dayanarak ancak inanılarak kabul edilebilir. Bunlar ne tanıtlanabilir ne de tanıtlamada ilkeler olarak kullanılabilir.
  • Hristiyan felsefenin değişimini de tümellere olan görüş farklılığıyla beraber gerçekleşir. Aşırı realist tümel kavramıyla başlayan Hristiyan felsefesi, nominalist tümel anlayışı ile son bulur.

Patristik Felsefede Bilgi

İlk Hristiyan filozoflar, Apolojistler

  • Hristiyanlar, dinin ilk yıllarında yamyamlık, ensest gibi suçlamalarla karşılaşıyor ve dönemin otoritelerince öldürülüyordu. Bu apolojiler de otoritelere dini açıklamak ve kendilerinin de benzer sona uğramaması için Hristiyan olan düşünür ve filozoflar tarafından yazılmıştır.

“Kan dökmeden tapıyoruz.”

athenagoras
  • Kilise babaları olan Hristiyan düşünürler dinlerini pagan felsefesine ve gnostik spekülasyonlara karşı korumaya çalışırlar. Düşünürler bu koruma çabasında felsefeyi öğrenmiş ve böylelikle Hristiyan inancına felsefeyi sokmuşlardır. Bu filozoflar felsefeyi kullanarak dini açıklamak ve anlatmak kaygısı güderler.
  • Hristiyan dini ve öğretisi felsefenin kavramları ve araçları kullanılarak temellendirilmiş, yeni ahitin öğretileri açıklanmış ve bu öğretilere anlam kazandırma çabaları güdülmüştür. Bu süreçte felsefenin ihtiyaca cevap veren kısımları doğru kabul edilir ve sahiplenilir.

“Ezelden beri söylenmiş her doğru bizimdir.”

Justinus
  • Herakleitos da Stoacılar da Hristiyan düşüncesine yabancı değillerdir. Sokrates de İsa gibi şehittir. İsa tarafından vazedilen de yüce bir felsefedir ve bu Hristiyanlıktır. Plotinüs’ün bıraktığı felsefenin bir sonraki adımı olan din de Hristiyanlık olmuştur.

Dine Hizmet Eden Bir Felsefe

  • Felsefenin amacı hikmeti hazırlamaktır. Nitekim felsefe ilahi ve beşerî şeylerin ve nedenlerin bilimi olan hikmetin uygulanmasından başka bir şey değildir. Demek ki tıpkı felsefenin kendisinden önce gelen bilimlerin efendisi olması gibi hikmet de felsefenin efendisidir. (Klement)
  • Evrendeki tanrısal düzeni ve amacı gören akıl tanrıyı kavrayamaz fakat onu vahye / peygambere götürür.

“Akıl tek başına bilgi kaynağı değildir. Felsefe tanrının insana sunduğu, onu tanrı yoluna sokan en değerli armağandır.”

justinus

“Cisimsiz şeyleri idrak etmek beni son derece büyülüyordu. İdeaların temaşa edilmesi ruhumu kanatlandırıyordu; öyle ki az bir süre sonra kendimi bilge sandım; hatta derhal tanrıyı görebileceğimi umut edecek kadar aptaldım, çünkü Platon’un felsefesinin amacı da buydu.”

justinus

Anlamak İçin İnanıyorum

  • Aziz Gregorius’ta ilk defa gördüğümüz ‘anlamak için inanıyorum’ anlayışıyla, insanın anlama yetisi temelde kutsal inancın hizmetine koşulur

İnancın gizlerine vahyin bilgisine ulaşılır; akıl yürütme ile ulaşılamaz. Anlamak için inan, sonra tanıtla.”

gregorius
  • Credo ut intelligam” – “Anlamak, kavramak için inanıyorum” sloganı skolastiğin ilk dönemine değin felsefe ve vahyin ilişkisinde belirleyici olacaktır. Bu da vahyedilmiş doğruları inanarak kabul etmek, sonra da bunları akılla kavramak demektir. Bu anlayışta, inanılan ile bilinen kaplamları bakımından birbirine denk, birbirleriyle örtüşüyorlar. Yalnız, aynı içeriğe önce inanılacak, sonra da bu içerik akılla ışıklandırılacak, yani bilinecek.
  • Aziz Augustinus tarafından da benimsenen bu düşünce, aklın ve akılsal bilginin küçümsediği anlamına gelmez. Akıl Tanrıyı bilebilir, çünkü bizi yaratan ve aklı bize veren Tanrı, bunu onun hakikatini anlayıp iman edelim diye yapmıştır.
  • Augustinus imanı ve vahyi öncelese de yöntemsel şüpheciliğin ilk örneğini sergileyerek kendisini tanrının hakikatine ulaştıracak aydınlanma teorisini ortaya atar.
  • Duyusal bilgi başta olmak üzere, her şey tartışmalı olsa ve her şeyden şüphe edilse bile şüphenin kendisinden şüphe edilemez. Dolayısıyla insan kendi varlığından şüphe edemez. Biz var olur, var olduğumuzu biliriz. Var olan ve bilen şey, bizim sevdiğimiz bir şeydir. Bu modern felsefedeki gibi insanın kendi varlık ve bilincini önceleyen bir çıkarıma ulaşmasa da varlık ve bilgi konusundaki şüphe ortadan kalkmış olur. Bilen öznenin ise bilginin dereceleri olacaktır.

Bilginin Dereceleri

  • Duyusal bilgi; hayvanın da sahip olduğu bilgi türüdür. Zorunluluk içermeyen bu bilgi kanaat, inanç olarak adlandırlır.
  • Akılsal bilgi; insan zihninin cisimsel olmayan, öz ezeli-ebedi varlıkları (ideaları) değerlendirebildiği düzeydir. Tümel olan idealar zihinden bağımsız gerçekliklere sahiptir ve gerçeklik bu idealar düzeyinde, idealar evreninde söz konusudur.
  • Doğrudan bilgi; Cisimsel olmayan, ezeli-ebedi ve değişmez gerçekliklerin, zorunlu doğrularında temaşaya dayalı doğrudan bilgisidir. Burada aracı ve orantısallık söz konusu değildir, doğrudan doğruya iyilik idesi temaşa edilir. Bu düzey, hakikatin, hakiki bilginin düzeyidir.

Aydınlanma Teorisi

  • Sonlu, sınırlı ve duyusal bilgi ile baş başa olan insan diğer bilgi türlerine ulaşarak aydınlanabilir. İnsan aydınlanmak için değişmez doğruların, ideaların bilgisine ulaşmak ister. İnsanın kendine başına ulaşamadığı bu bilgi düzeyine tanrı inayeti ile çıkılabilir. Güneşin görmemizi sağlaması gibi tanrı da tinsel bir aydınlanma bahşeder bize.

“Işık tanrıdan gelir.”

Augustinus
  • Tanrısal aydınlanma sayesinde zihin duyusal şeylerle idealar arasındaki ilişkiyi kavramlar arasındaki ilişkide ortaya çıkan zorunluluk ve değişmezliği kavrar. Tabii insan burada ışığın kendisini görmez, aydınlattığı idealar/kavramlar ilişkisini görür.
  • İnsanın varlığı, yaşamı boyunca mutluluğu arayacak şekilde kurulmuştur. Varlık mutlak iyi olan tanrıya ne kadar yakınsa o kadar mutlu olur. İnsan zorunlu olarak kendini tamamlamak, sefaletini gidermek arzusuyla tanrıyı sever, aşık olur. Tanrıda huzura kavuşuncaya kadar tedirgindir gönlümüz.
  • Tanrıdan gelen insanın gerçek aşkı da tanrıya yönelik olmalıdır. Tanrıyı sevmek vazgeçilmez bir durumdur. İnsanın sonsuzluk arzusu da tanrıya olan aşkının eseridir.
  • Aydınlanma teorisi aynı zamanda bir tanrı kanıtıdır. Bu ezeli-ebedi doğrular böyle bir varlığı gösterir, ondan kaynaklanır. Bu varlık ise tanrıdır.
  • Augustinus açısından insan Tanrı olmadan bir hiçtir ve neye sahipse Tanrı sayesinde sahiptir. İnsan akılsal düşünme yetisiyle Tanrıyı anlamakla birlikte bu anlayış mükemmel bir anlayış olamaz ve o çoğu kez mutlak ve kutsal olana dair düşünme çabasında çelişki ve yanılgılara düşebilir. İşte bu noktada insanın Tanrı karşısındaki acizliğini ve hiçliğini itiraf etmesi ve inanç ve imanıyla ona teslim olması gerekir. (1)
  • Platon’un ve Aristoteles’in insan aklı ve düşüncesine dair iyimser ve yüceltici yönelişleri, açıktır ki Ortaçağ felsefesinin hiçbir filozofu için aynı oranda söz konusu değildir. Antik Yunanistanda inanç ve akılsal bilginin ilişkileri, mitoloji ve felsefenin süreç içinde daha belirginleşen kopuşu ve paralel varoluşuyla dolayımlanmıştır. (1)

Tanrıyı Bilme Türleri

  • Bilmek, tanrıya yönelik bir bilgi olarak anlaşılır. Plotinosçu olan Sahte Dionisos’a göre tanrıya yönelmiş bilgi üç türlüdür.
  • Via affirmativa: Tanrıyı yarattıklarını gözleyerek bilmektir. Tanrı ne kadar iim ve niteliklere göre betimlense de bu isimler tanrının gerçek doğasına ilişkin sağlam bir kavrayış sunmaz bize. Tanrının sadece var olduğunu biliriz, ne olduğunu bilemeyiz.
  • Via negativa: Negatif teoloji. Tanrı bildiğimiz hiçbir kavram ve nitelikle anlatılamaz, ona illişkin her şeyi ret ve inkâr ederiz. Mademki onu tanıyamaz, ona isim de veremeyiz. Tanrı anonimdir. Artık mistik bir bilinmez alanında, bilinmez olanın karanlığındayızdır. Tanrı bu karanlıkla bilinebiliyor.
  • Via eminantiae; (Teşbih): Önce kutsal yazıların ona verdiği tüm isimleri uygulamak, hemen sonra bütün bu isimleri yadsımak gerekir Sonra tanrının insan aklı tarafından kavranamaz bir anlamda bu isimlerin her birini hak ettiğin kabul ederiz. Çünkü o bir mega-varlıktır, mega-iyiliktir. Bunu negatif teolojinin başka bir formu olarak okumak da mümkündür.

Tümeller Kavgasının Başlangıcı

  • Ortaçağın tümeller kavgasını başlatan ise Boethius’tur. Aristotelesçi mantıkla beraber onun kavram realizmini Hristiyan felsefesine kazandırır. Fakat esas tartışma skolastik dönemde gerçekleşecektir.
  • Özgün eseri olan “Felsefenin Tesellisi”ni büyücülükle suçlanıp hapse atıldığı dönemde yazmıştır. Eserde felsefe ile geçmişi hakkında konuşur, felsefeden öğüt alır.
  • Ilımlı realist tavrına göre, tümeller dış gerçeklikte bazı varlıklara denk gelmiyor fakat gerçeklikle şekilleniyor ve ona dayanıyor.
  • Boethius’un diğer önemli icraatı da bilimler sınıflandırmasıdır. Felsefe önce teorik ve pratik bilimler olarak ikiye ayrılır. Teorik felsefe üç varlık türüne göre sınıflandırılır. Teoloji, idrakle kavranan bir bilim, psikoloji akılla kavranan bir bilim ve doğal olanların bilimi olan fizik. Fizik dört sanatla icra edilir ve bunlar quadrivium (dört disiplin/yol/) olarak adlandırılır (Aritmetik, astronomi, geometri ve müzik). Bu disiplinlerle elde edilen bilgileri ifade etmek için de üç disiplinden bahseder Boethius; gramer, retorik ve mantık. Bunlar yedi sanatı oluştururlar ve skolastik dönemin üniversitelerinde okutulan sanatları oluştururlar. Pratik felsefede de kişi, hane halkı ve toplumu düzenleyen ve yöneten felsefe olarak üçe ayrılır.
  • En yüce bilim saf düşüncenin nesnesi olan “idrak edilebilir” in bilimidir ve en kusursuz idrak edilebilir de tanrıdır. O mutlak iyi ve mükemmel varlıktır. Mükemmel olmayan bizler ise mükemmel bir varlığın zorunlu delilleriyiz. Bu yüzden mükemmel, tüm iyiliklerin temel öğesi varlıktan kuşku duyamayız. Tanrıdan pay alan, onun parçası olan insan da tanrıya katılmak suretiyle mutluluğa erişecektir.
  • Tanrı ile ilgili bu teolojik kavramlar felsefenin tesellisinde kutsal metinden destek alınmadan yazılmıştır. Metnin konuşmacılarından biri felsefedir. Yazar felsefi bilgelik veya felsefe ile konuşur ve ondan teselli beklemektedir.

Skolastik Felsefede Bilgi

  • Skolastik felsefenin ilk önemli temsilcisi olarak görülen John Scotus Erigena, Augustinus ve Abelardus (11.yy) arasında bir köprü görevi görmüş, Aquinas’a kadar sürecek dönemdeki en etkili Hristiyan sentezini oluşturup kuşatıcı bir sisten inşa etmiştir. Augustinus felsefesini ve Yeni-Platonculuğu skolastik düşünceye dahil etmiştir.
  • John Scotus Erigena, kavram realizminin saflarında yer alır ve evrensellerin bireysel şeylere önsel olduğu savunur.
  • Bu kavram realizmini zemininde Erigena’nın Tanrıyı evrensellerin evrenseli, tüm ayrımların kendisinde olumsuzlandığı mutlak birlik olarak tanımladığını görmekteyiz. Erigena için insan aklı ve düşünme yetisiyle Tanrıyı kavrayamaz. Epistemolojik açıdan insan kavrayışına çizilen bu sınır, Sahte Dionisos’tan etkilenen negatif bir teoloji ya da ilahiyata yol açar.
  • Erigena Hristiyan inancını rasyonel bir temele oturtmaya çalışır. Ona göre dinin doğru ve hakikatleri ile felsefenin doğru ve hakikatleri aynıdır. Dinin dogmaları, akılla keşfedilen ve temellenen doğrulardır. Akıl, dinin kurallarını anlayıp açıklar. Akıl, kutsal metinlerdeki gizli olan gerçek manevi anlamı gün ışığına çıkartmak için imanı tamamlamalıdır. Doğru akılla tasdik edilmeyen her otorite güçsüz kalacağından vahiy akıl çelişkisinde tercih akıldan yana kullanılmalıdır. Yazdığı eserler dolayısıyla bir dönem mahkum edilmiş, bir rivayete göre de ders vermeye gittiği Oxford’ta öğrencileri tarafından bıçaklanarak öldürülmüştür.

Daha Rasyonel Bir Felsefeye

  • Anselmus, Hristiyan imanına ilişkin rasyonel bir analizin dini kuşkuculuğa yola açmaktan ziyade imanı anlamak için yapılması zorunlu bir faaliyet görür. Akıl ve iman hiçbir şekilde karıştırılmamalıdır. İnsanın en yüksek hakikati bilmek ve araştırmasına imanla başlar. Önce otoritenin gizlerine iman etmeli, sonra inanılanları anlamaya ve temellendirmeye çalışılmalıdır. “Anlamak için inanıyorum” söylemi buradan kaynaklanır.
  • Agustinos ve Plotinos’un takipçisi olan Anselmus’a göre imandan anlamaya, anlamadan sezgiye geçer ve tanrıya ulaşırız.
  • Anselmus da evrenseller tartışmasında tam bir realist olarak karşımıza çıkar. Anselmus’a göre yalnızca evrenseller gerçek anlamda vardır ve Tanrı en evrensel varlıktır. Anselmus’un çok bilinen ontolojik Tanrı kanıtlaması, Tanrının varlığını onun ontolojik tanımından çıkarır. Ona göre Tanrı daha iyisi ve eksiksizi düşünülemeyecek olan mükemmel varlıktır. Eksiksiz ve mükemmel bir varlığın var olmadığı düşünülemez, o halde Tanrı var olmalıdır.
  • İlkin burada algının yalnızca empirik, yani içeriği dolaysızca algılama yetimizle doldurulmuş kavramların kaynağı olabileceği anlayışına işaret edebiliriz. İkinci olarak ise, varlığın bir nitelik ve yüklem olarak eksiksiz ve mükemmel varlık düşüncesine ve gerçekliğine zorunlu olarak ait olması gerektiği anlayışı söz konusudur. İkinci anlayış bağlamında bir düşünce ve tanımdan o düşünce ve tanımın reel, yani gerçek varlığına bir geçiş söz konusudur.
  • Ontolojik Tanrı Kanıtı epistemolojik düzlemden ontolojik düzleme, düşünceden varlığa geçişin bir örneğidir. Burada ideal olan, reel olana, yani olması gereken olana zemin oluşturmaktadır. Böyle bir anlayış aynı zamanda kendine özgü bir tarzda, inancın bilgiye öncelliğine de işaret etmektedir.
  • İdeal olanın reel olanın zemini olduğu, dahası evrensel olanın bireysel olanın kaynağı olduğunu savlayan kavram realizminin karşısına, Ortaçağ Skolastik Felsefenin bir diğer akımı olan nominalizm, yani Türkçesiyle ‘adcılık’ çıkmıştır. Roscellinus nominalizm ilk temsilcisi, Occamlı William ise Geç Skolastik dönemdeki önemli temsilcisidir.
  • Mantıkçı bir filozof olan Abelardus, Hristiyan dogmalarını açıklamada mantıksal teknikler kullanmıştır. Hakikate çelişik argümanların diyalektiği ile erişmek üzerine kurduğu diyalektik anlayışı skolastiğin temel metodu haline gelir. Bilgi konusunda yine vahiy öncelenir fakat dini dogmaların mantık ve diyalektiğe uygun olması gerektiğini ifade eder. Argümanların formel incelemesi, gramer ve sentaksı ile araştırmalar bu süreçte kat edilen noktalardır.
  • Tümeller konusunda Anselmus gibi kavram realizmini benimsemekle beraber tümellerin ontolojik bir sorun olmaktan ziyade mantıksal ve epistemolojik problemler olarak incelenmesini savunur. Kavramlar insan zihninin soyutlama kabiliyetinin ürünüdür nesnelerdeki benzerlikler bu soyutlamayı mümkün kılar.
  • Abelardus, Augustinus ve Anselmus’un ‘anlamak için inanıyorum’ ilkesine karşı ‘inanmak için anlıyorum’ ilkesiyle ortaya çıkan Aristotelesci anlamda bir rasyonalisttir. Abelardus bir öğreti ya da iddiaya bize Tanrı tarafından vahiy yoluyla bildirildiği için değil, asıl olarak akılsal düşünme yetimize uygun göründüğü için inandığımızı söyler. Dahası herhangi bir inanç ve fikirden kuşku duymanın günah olmadığını, tersine doğruya ulaşma çabası açısından gerekli olduğunu savunur.
  • Burada Abelardus için bilgi felsefesi bağlamında şu söylenebilir: düşünce yetimizin içeriğini oluşturan evrenseller, yalnızca öznel ve biçimsel bir doğruluk ve değer taşımazlar, fakat onlar duyulur ve bireysel şeylere aşkın, kendi soyutluğu içinde nesnel bir gerçeklik de değildirler.

Nominalizmin ilk temsilcisi Roscellinus

  • Nominalizm ve özel olarak Roscellinus için evrensel kavramlar, bireysel şeyleri sınıflamamıza elveren ve söz konusu sınıfın her bir üyesi için geçerli olduğu düşünülen ortak yüklemlerin ya da niteliklerin adıdır. Kavramlar bir nevi şeyleri kategorize etmemize yarayan belirlenimler olarak, yalnızca zihnimize özgü öznel düşünceler ve adlardır. Onların bu öznelliği aşan bir gerçeklikleri ve varolan bireysel gerçeklikleri aşan bir nesnellikleri yoktur. Böylece nominalizm, kavram realizminin ‘evrensel tikel şeyden önce gelir’ (universalia ante rem) anlayışına karşı, ‘evrensel tikel şeyden sonra gelir’ (universalia post rem) anlayışını savunur.
  • Nominalizm epistemolojik bağlamda asıl gerçekliği bize verenin algılarımız olduğunu ve düşüncenin bu algı içeriği üzerinde şekillendiğini ve var olduğunu savunur. Hem ontolojik ve hem de epistemolojik açıdan nominalizm, tikel ve bireysel olandan hareketle bir felsefe kurgular ve düşüncelerimizin içeriğini oluşturan kavramları bu söz konusu algı dünyası çerçevesinde anlamlandırır.

Thomas Aquinas

  • Platon ve Aristoteles klasik dünya için neyse, Aquinas da ortaçağ için odur. Teolojiyle felsefenin, iman ile aklın, Hristiyan dünya görüşü ile klasik dünya görüşünün sağlam bir sentezini yapmıştır. Bu sentezi metafizik, epistemoloji, etik ve siyasete uygulamıştır.
  • Rasyonalist tavrı gereği dini hakikatlerin iman temeli ile kabul edilebileceğini, bunun yanında aklın doğal ışığı ile kanıtlanabilecek hakikatlerin de bulunduğunu söyler. Thomas’a göre vahiy ile akıl iki ayrı bilgi kaynağıdır, bize başka şeyler öğretirler. İnanma ve bilme birbiriyle örtüşmez, birbirlerini kısmen karşılarlar. İnancın çeşitli öğretileri (üçlü teslis, dünyanın yedi günde yaratılması) akla tamamen absürt olmasa bile aklın üstündedir, aklın kavrama gücünü aşarlar. Buna karşın dinin bilinebilir temel kısımları da vardır (tanrının var olduğu, sonsuz ve tinsel olduğu bilinebilir). İnanmak, otoritesine dayanarak vahyi olduğu gibi doğru saymaktır. Burada artık “anlamak için inanıyorum” yerine “inanmak için anlıyorum” önermesi kullanılır.
  • Bilgi insana en yüksek ışığı (vahyi) benimseyip anlaması için an ancak ön-koşulları sağlar. Bundan sonra onu asıl vahiy aydınlatır. Bilim, inanç tapınağının giriş holüdür, ancak girişi aydınlatabilir. Tapınağın asıl için aydınlatan da vahyin doğrularıdır.
  • Kutsal kitaptaki şeyleri doğru kabul etmeden felsefe yapmanın imkânı yoktur. İmanı temel alarak vahyin üzerine kurulacak felsefe, salt felsefe ile erişmeye imkân vermeyecek hakikatleri açığa çıkarmaya imkân verebilir.
  • Akla dayalı bir doğal teolojiden bahseden Aquinnas’a göre salt kanıtlamalardan meydana gelen bu disiplin, kendisinde felsefeyle teolojiyi birleştirir. Doğal teolojinin amacı Aristoteles felsefesinde eksik olan metafiziğini Hristiyan metafiziği ile tamamlamak ve çağın ihtiyaçlarına uygun bir sentez yapmaktır. Felsefeyle teoloji artık örtüşür, vahiy ile akıl çatışmaz, birbirlerini destekleyip tamamlanırlar.
  • Aquinas bilgiden bilgilenme sürecini anlar. Bilgi bir organizmanın olgunlaşma yönündeki hareketini temsil eder. Bilgi, zihnin ikin yaşamının olgunlaşmasıdır.
  • İnsanın basit idrakten felsefi düşünüm sürecine doğru gelişen anlama sürecinde zihni kendi doğasının yetkinliğini arar ve kendi kendini gerçekleştirme mücadelesi içine girer. Kendi kendini gerçekleştirme Aquinas etiğinin koyduğu ilk dünyevi amaçtır.
  • Bilgilenme sürecinin ilk adımı duyu algısıdır. Duyu algısı kendi başına bir şey ifade etmez, o duyu verisinin işlendiği psiko-fiziksel bir süreçtir. Farklı duyumlardan duyu verileri alınır ve bunlar ortak duyu sayesinde bir sentez yapılır. Ortak duyuya muhayyile ve bellek gücü eklenir.
  • Duyular sadece tikelleri algılar. Duyusal nesnelerden, tikellerden var olan, soyutlanan tümeller, etkin aklın tikellerde örtük olan tümelin aydınlatılması ile açığa çıkar. Edilgin akıl duyularla ilgiliyken etkin akıl duyulardan, tikellerden tümellerin çıkarılması ile ilgilidir. Bütün bu sentlezme ve soyutlama süreçlerinde ilk duyu izlenimlerden tümel kavramlara doğru mutlak bir süreklilik vardır.
  • Aquinas ile birlikte Katolik Kilisesi inanç ve bilgi, din ve felsefe ilişkisinde birbirini köktenci bir şekilde dışlamayan daha paralel ve uzlaşmacı bir anlayışa evrilme olanağını bulmuştur.

Tanrı Kanıtlamaları

  • Dünyadaki tüm ampirik olguları (hareket, nedensellik, düzen) açıklamanın tek yolu Tnrının varlığı ve onların tanrının eylemleri olduğu hipotezidir. Bunlar beş temel argümandan oluşur ve beş yol adlandılır.
  • 1- Hiçbir şey kendi kendine hareket edemez. Her zaman bir hareket ettirici olmalıdır. Sonsuza kadar bu geri giden bir hareket ettirici olamayacağı için hareket etmeyen bir hareket ettirici olmak zorundadır.
  • 2- Fail nedenler zincirinin ilk halkası var olmalıdır, o halde bu ilk fail tanrıdır.
  • 3- Yaratılan doğal varlıklar olumsaldır. Bunların varolmadığı bir an hayal edilebilir (mantıklıdır) ama varlık hep vardır bir şekilde. O zaman bunu mümkün kılan bir zorunluluk vardır ve bu tanrıdır.
  • 4- Varlıkları derecelendirirken kullanılan standart en yükseğidir. İyilik hiyerarşisinin standardı da en iyi varlık olacaktır ve en iyi en yetkin varlık da tanrıdır.
  • 5- Teolojik kanıt: Varolan her şeyin bir amacı vardır, ona uygun bir düzen için var olurlar. Bu rastlantısal değildir ve bir plan dahilindedir ve bu plan yapıcı tanrıdır.

İngiliz Deneyciliği İle Tanışma

  • Roger Bacon, tarihsel bakımdan deneysel bilimin erken bir temsilcisidir. Bilimsel bilginin teknolojik uygulamasına dikkat çekmiş, diğer bilimlerin sadece gerçek bilginin anahtarı olan matematik aracılığı ile kesinliğe erişebileceğini savunmuştur.
  • Onda tanrı nuruyla aydınlanma ve pozitivizm at başı gider. Yeni bilgi dallarının üniversiteye (Oxford) yerleşmesi, astronomi ve matematik öğretiminin geliştirilmesi için çalışmıştır.
  • Bütün bilimler ortak bir bilgelik bütününe katkı yaparlar. Buna göre Hristiyan düşünürlerin felsefeden sakınmak yerine onda daha ileriye gitmelidir. Teolojinin amacına erişmesi için felsefeye dayanması gerekir.
  • Hikmet, tanrı tarafından insanlığa verilen ve onları kurtuluşa erdirecek bilgi bütünlüğüdür. Bu bilgi bütünü pagan filozoflardan başlamış ve kutsal kitapta doruk noktasına ermiştir.
  • Bilginin üç kaynağı vardır: otorite, akıl ve deneyim. Otorite (vahiy) öne sürdüğü şeyin sebebini bize vermediği sürece bilgimize katkıda bulunmaz. Akıl da sonuçları deneyim tarafından doğrulanmadığı sürece doğruluğu bilinmez. İnsan şeylerin doğasını anlayarak (deneysel bilimle) tanrının doğasını anlayabilir.
  • Bilimlerin daha çok pratik uygulamasına yönelik bir kavrayışa sahiptir Bacon. Ona göre bilimler insanın nihai amacına tabi kılarken en yüksek bilimin, gerçek mutluluğa, kurtuluşa erdirecek teolojisidir. Teoloji doğa bilimlerini, felsefeyi kullanma zorunda olacaktır. Bacon’un kurtuluşu vahiyden ziyade akla dayalı bir kurtuluştur.

Scientia Experimentalis

  • Hedeflediği bilimsel reformun açacak şey felsefedir. Felsefe bir yandan putları kırıp insan zihnini aydınlatırken diğer yandan etikle en üst noktaya çıkar. Fakat bundan önce bizi doğru bilgiye erişmekten alıkoyan şeyleri bilmemiz ve bunlardan kaçınmamız gerekir.
  • Bunlar dört tanedir;
    • Yanlış ve değersiz otoriteye teslim olma
    • Geleneğin (alışkanlıkların ) etkisi
    • Yaygın önyargılar
    • Bilgisizliğimizi dikkat çekici bilgi teşhiriyle gizleme. Daha önce kimse tarafından dile getirilmeyen bu neden en tehlikelisidir. Yeni/doğru bilgiyi engeller.
  • Artık bu engelleri kaldırıp yeni bilimin yardımıyla tanrı yolunda ilerlemenin tam zamanıdır; o bir bilim-eğitim reformcusudur.
  • Deneysel bilim her şeyden önce kanıtlanmış sonuçları deneyim yoluyla tasdik/teyit eder, diğer bilimlerin asla kanıtlayamayacağı hakikatlere ulaşır.
  • Bacon, modern deneysel bilimin ve İngiliz aydınlanmasının erken dönem öncüsü olacaktır ve ona deneyğim bütün bilimlerin temelidir.
  • İki tür deneyimin ilki doğaya ilişkinken diğeri manevi bir anlama sahip olup, insanı en yüce hakikate götürür.

Occam’ın Usturası

  • Skolastik Felsefe bağlamında son olarak kısaca Occamlı William’ın terimcilik olarak da adlandırılan nominalizmine değinelim. Tıpkı Roscellinus’da olduğu gibi Occam için de bireysel şeyler asıl gerçekliklerdir ve evrenseller bireyseller gerçeklikleri sınıflamamıza yarayan soyut düşünceler olarak yalnızca birer terimden ibarettirler. Epistemolojik ve ontolojik bağlamda varolan gerçekliklerin sayısı gereksiz olarak arttırılmamalıdır. En yalın açıklamanın en doğru açıklama olduğunu dile getiren bu görüş, varolan gerçekliklerin sayısını rötuşluyan “Occam’ın Usturası’ metaforunda anlatım bulmuştur.
  • Ortaçağ realizminin üzerine inşa edilen metafizik ve epistemolojiyi reddetmiş, felsefe ve teolojiyi birbirinden kesin şekilde ayırmıştır.
  • Bilginin tanrısal aydınlanmadan ya da özlere ilişkin rasyonel kavrayıştan değil tikelin deneyiminden oluştuğunu ifade eder ve tanrı kanıtlamalarını reddeder.

“Tanrının ne varlığı ne birliği ne de sonsuzluğu kanıtlanabilir.”

occamlı william
  • Akıl imanı destekleyemez, ona hiçbir katkıda bulunamaz. İkisi birbirinden çok farklıdır. Akıl imanı desteklemek isterse ona zarar verir. İmanın dogmalarıyla çelişse dahi yapılması gereken dogmaya sarılmak olacaktır.
  • Pozitif bilimlerin gelişmemesinin sebebi tümeller konusudur. Gerçek bilginin tümellerle olması ve değişenin veya görüşün bilgisi olamayacağı düşüncesi akla ve deneyime dayalı bilgiyi imkânsız kılar. Bizim bilgimiz duyular yoluyla algılanan tikellerin bilgisidir. Bilim tümellerin bilimi değildir, tümeller sadece tikelleri düşünmek için kullanılır. Tümeller yalnızca mantığı konusu olur. Tümeller yalnızca ağızdan çıkan bir ses (nomina), yalnızca bir yönelimdir.Çokluğun bir göstergesi olarak salt bir alet, bir uzlaşımsal kavram, terimdir.
  • Bilimler iki türlüdür: gerçek bilimler (fizik, psikoloji, kozmoloji vs) ve rasyonel bilim olan mantık. Mantığın amacı gerçek bilimlerin terimleri ya da göstergelerini nasıl anlamlı bir şekilde kullandıklarını ortaya koymaktır.
  • İnsana açık olan biricik bilgi türü ampirik ve bireyin (tikelin) bilgisidir. Bilim genel bilgiye yöneldiğinden mantık bunlardan yola çıkarak genel önermeleri kurar.
KAYNAKLAR:

Bilgi Felsefesi - Enver Orman
Felsefe Tarihi - Macit Gökberk
Ortaçağ Felsefesi - Ahmet Cevizci
Ortaçağda Felsefe - Etienne Gilson
İlkçağ Felsefe Tarihi 5. Cilt - Ahmet Arslan
Felsefe Sözlüğü – Abdülbaki Güçlü, Erkan Uzun

Etiketler:.

Rate it
Önceki bölüm

Yorumlar

Henüz 1 yorum yapıldı.

Bir Yorum Yazın

Mail adresiniz burada gösterilmeyecektir. Zorunlu alanlar * ile işaretlenmiştir.