play_arrow

Bilgi Felsefesi

Bilgi Felsefesi : Kuşku ve Gerçek (1/2)

Bilal A. Ağustos 5, 2021 351 5


Background
share close

“İnsanı öteki duyarlı varlıklar üzerine çıkaran ve onlar üzerindeki üstünlüğünü ve egemenliğini sağlayan şey anlık olduğuna göre, bunun, soyluluğu açısından bile araştırmak için çabamıza değer bir konu olduğu açıktır.”

John locke

Bilinç ve Algı

  • Yaşan varlıklar olarak içinde olduğumuz dış dünya ile sürekli etkileşimdeyiz. Yaşamımızı sürdürebilmek için bu etkileşim süreklilik göstermeli ve gerektiğinde dış dünyada çeşitli değişiklikler yapmamız gereklidir. Dolayısıyla bir süreç olarak tanımlanacak yaşamın, insan ve onu çevreleyen bir dış dünyadan oluşan iki öğeden oluştuğunu söyleyebiliriz.
  • İnsanı diğer organizmalardan ayıran şey anlığa ve bilince sahip olmasıdır. Bu yüzden insana sadece “Homo sapiens” demiyor “Homo sapiens sapiens” diyoruz. Kendinin ve düşüncelerinin farkında olan insan yani. Kargaların zeki varlıklar olduğuna ilişkin bir çok araştırma olmasına rağmen onlarda insandakine benzer bir anlık ve bilinçten söz edemiyoruz. Hayvanlarda iç güdü dediğimiz yarı otomatik gerçekleşen eylemler insanda bilinçle, bilerek, isteyerek, planlanarak gerçekleşen eylemlere dönüşür.
  • Bilinçli eylem aslında ne demektir? Soru şimdilik bu. Bir kitabın kapağını bilinçli bir şekilde açtığımızı varsayalım. Bu eylem veya olgu, bu kitapla yaptığım eylemin bilincimde bir tasarımı olduğu anlamına gelmiyor mu? Önce kitap açma eylemini zihnimde tasarlıyorum ve sonra gerçekleştiriyorum. Eylemin her adımını farkında olarak, planlayarak yapıyorum.
  • Dolayısıyla dış dünyada “bilinçli” eylemlerde bulunabilmek bir bilinç içeriğine sahip olmaya bağlıdır ve bu bilinç içerikleri de kabaca, dış dünya tasarımlarıdır diyoruz. Örneğimiz ve tanımımızdan yola çıkarak da “bilinçli olma” deyimi “bilinçte tasarım olarak bulundurmayı” içermektedir. İnsan bilinçli eylemleri ile doğayı (dış dünyayı) yaşama uygun şekilde değiştirir.

Tasarım ve tasarıma ilişkin “Genel Görüş”

  • Tasarımlar istek, inanç, imge biçiminde olabilir. Onu bir planlama süreci değil de inşa edilmiş, tasarlanmış bir şey gibi düşünmek anlamayı kolaylaştırabilir. Tasarımlarımızı büyük ölçüde duyu organlarımız ve algı yolu ile kazanırız. Duyu verisi, duyu organlarımızdan gelen bilgilerdir, bunun zihnimizde anlamlı hale getirilmesi algı ile mümkün oluyor. Bu veriler kendi başına anlam ifade etmezler, bilgi değildirler. Algımız bu girdileri anlıkta (zihinde) tasarımlar biçiminde kurar. Bu tasarımlar da bilincimizin içeriğini ve dış dünyaya ilişkin deneysel bilgimizin temelini oluşturur. Geçen programdan Descartes, Locke ve Kant’ın duyuların kendi başına anlamsız olduğunu, anlığın buna katkısından bahsettiğimiz programı hatırlayalım.
  • İnsan yaşamının iki öğesinin insan ve onu çevreleyen dış dünya olduğundan bahsettik. Şimdi buraya bir üçüncü öğe ekleyebiliriz: insanın dış dünya hakkındaki tasarımları ve buna bağlı olarak anlık ve bilinci. Kabaca bir tasarımlar dünyası.
  • Evet fakat tasarımlar dünyasının veya tasarımlar ortamının içeriği dış dünyanın bir yansısı, onun bir anlıksal, zihinsel kopyasıdır. Deneysel bilgi de tasarımlarda temellendiğine göre, o da bir anlamda dış dünyanın bir yansısıdır.
  • Biz zihnimizde bir dünya kurarız ama bunu dış dünyadan duyularla elde ettiğimiz algılar ve anlığımızın katkısıyla yaparız. Zihnimizde bir dış dünya kopyası tasarlarız ve dış dünya ile etkileşimimiz bu tasarımla gerçekleşir. Deneysel bilgi de bu tasarım ortamında gerçekleşir ve o da dolayısıyla dış dünyanın bir yansısıdır. Bu genel görüş bilimin de kendi kökeni ve varlık nedeni hakkındaki felsefi görüşüdür.
  • Buna mukabil bu “genel görüş” birçok kavram ve olguyu “varsaymaktadır”. Biz varsayımlar bilimin gerçekten bilim olup/olmadığını bile kuşkuya düşürebilir.

İnsanın Dış Dünya Deneyimi Duyularıyla Sınırlıdır

  • İnsanın dış dünya deneyimi duyu ve algı ile sınırlanmıştır. Biz dış dünyadaki değişiklikleri anlığımıza yansıdığı biçimiyle biliyoruz. Algılarımızın doğruluğunu test etmenin tek yolu, dış dünyadaki değişikliklerle algımızın içeriğinin karşılaştırılmasıdır fakat duyular ve algılarımızla sınırlı varlıklar olduğumuz için bunu test etmek imkansızdır.
  • Dolayısıyla algılarımızın deneysel olarak doğruluğunun bilinmesi imkansızdır. Bu da aslında algı içeriğimizin, tasarımlarımızın, tasarım dünyamızın bize dış dünyayı doğru yansıtıp yansıtmadığını da bilemeyeceğimiz anlamına geliyor. Bu olgunun aynı zamanda deneysel bir bilgi olduğu da söylenemez. Bilgi olduğu söylenen bilginin deneysel olması için onu doğru veya yanlış olgu ile karşılaştırmak zorundayız fakat bunu yapamıyoruz.
  • “Bugün hava güneşli” önermesinin deneysel olarak doğru olup olmadığını bilmek için pencereden dışarı bakarız: Önermenin doğruluğu dışarıda gerçekten güneşli bir hava görüyor olmamıza bağlıdır. İşte böylece doğru olan bir önerme deneysel bilgidir. Bu karşılaştırma imkânı bize deneysel bilgi verir fakat bu örneğin deneysel açıdan doğruluğu hiç de deneysel olmayan ve doğruluğu deneysel olarak tanımlanamayacak bir varsayıma dayanmaktadır. Bu varsayım algı içeriğimizin dış dünyayı doğru olarak yansıttığıdır.
  • Pencereden dışarı baktığımda edindiğim algı içeriği, gerçekliği olduğu gibi ya da doğru olarak yansıtıyor olmalıdır. İşte bu varsayımın doğruluğunu, önermeyle algımızı karşılaştırarak gösterebilmiş olduğumuz biçimde, yani deneysel olarak tanıtlayamıyoruz; çünkü algımızı gerçeklikle karşılaştırma olanağına sahip değiliz.
  • Bu akıl yürütmeden çıkarabileceğimiz bir diğer sonuç, deneysel bilginin ve buna bağlı olarak bilimin, bir dış dünyaya ilişkin olmak iddiasını sürdürdüğü ölçüde, deneysel olmayan bir varsayım üzerinde temellendiriliyor olduğudur. Deneysel bilim, algı içeriğimizin dış dünyayı olduğu gibi yansıttığı varsayımının doğruluğunu deneysel olarak tanıtlamaktan, henüz ilkesel bir düzeyde bile yoksundur.
  • Deneysel bilgiye dayalı bilim de deneysel olmayan bir varsayım üzerine temellendirilmiş olur. Bu da haliyle bilimin sorgulanmasına, güvenilirliğinin tartışmasına yol açıyor. Zira bu tartışmalar erken modern dönem tartışmaları ve zaman içerisinde bilimin ve ya da bilimsel bilginin ne olduğuna ilişkin farklı açıklamalar göreceğiz.

Algılarımız Gerçeği Mi Yansıtır?

  • Algımızın gerçeği yansıttığı varsayımı, dış dünyadaki değişikliklerin tutarlı olmasından ötürü sağduyuya uygun olarak tutarlıdır ama kuşkuculuk bunun o kadar da basit olmadığını söyler. Kuşkucu uslamlamalar öyle güçlüdür ki deneysel bilgiyi savunan kimi felsefi tutumlar dış dünyanın varlığını yadsımak durumunda kalmıştır. Kuşkucunun ilk adımı mevcut bilgiye duyulacak güveni sorgulamak olacaktır.

Algılarımız Bizi Yanıltabilir

  • Yanılgılı algı durumu sona ermeden, içinde bulunulan algının yanılgılı olduğu bilinemez. Rüya veya bir hayali, serabı, halüsinasyonu görüp gerçek sanabilir veya gerçekmiş o anları yaşayabiliriz. İçinde bulunduğumuz bu durumların herhangi birinde onların gerçek olmadığına ilişkin bir emareye sahip olamayabiliriz.
  • Duyuların bizi yanıltabildiği örnekler de var elbette: insan siluetlerini tanıdıklarımızla karıştırabiliriz, cisimler uzakta veya farklı açılardan farklı görünebilir, suyun ya da bir canım arkasındaki veya içindeki nesneyi yanlış algılayabiliriz, renkleri farklı algılamamıza neden olan farklı ışıklar gibi algıyı olumsuz etkileyen dış etkenler olabilir.
  • Bunlarda ortak nokta yanılgılı algı durumu sona ermeden onların yanılgılı olduğu bilinmediğidir.  Bir saniye sonra uykudan uyanarak, şu ana değin yaşadığımız bu ortamın bir düş olduğunu anlayacağımız bir durumun ortaya çıkmayacağına kim güvence verebilir?
  • Düzgülü algı durumunda bile nesnel koşulların değişkenliğine göre nesneleri farklı algılarız. Nesnelere farklı açılardan baktığımızda bir diğerinden farklı görülebilir. Önden bakılan kitap diktörtgen, köşesinden yamuksu görülebilir;  bakış açım her değiştiğinde kitap farklı bir şekilde görülecektir. Farklı ışık koşullarında kitabın sayfaları daha farklı renklerde görülür. Elimi önce sıcak suya sokup kitaba dokunursam kitap daha serin gelecek, aksi durumda daha sıcak gelecektir.

Algılarım Gerçek Dünyayı Doğru Yansıtıyor Mu?

  • Eğer algılarımız nesnel bir dış dünyayı yansıtıyorsa, o zaman bu dış dünyadaki nesnelerin kendileri bu değişen öznel koşullara değişiyor olamayacaklarına göre, gördüğümüz bir çok renk ve biçimin biri dışında hepsi, bize gerçeği olduğundan farklı gösteriyor olmalıdır. Dolayısıyla düzgülü olarak nitelendirdiğimiz durumlarda bile, algının dış dünyayı bize olduğu gibi ve tutarlı olarak yansıttığı söylenemez.
  • Dolayısıyla kuşkucu önce algının gerçeği olduğu gibi yansıtmayabileceğini ortaya koyar sonra da hiçbir algının gerçeği olduğu gibi verdiğinin kesinlikle ileri sürülemeyeceğini söyler.
  • Kuşkucu hiçbir algının doğru olmadığını değil, hiçbir algının doğruluğunun kesin olarak bilenemeyeceğini söyler. Her bir deneyimimiz, her bir algımız yanılgılı ya da gerçeğin kendisinden farklı olabilir. Dolayısıyla duyu ve algıyı kendisine kaynak edinen her bir algı kuşkuludur ve deneysel olarak herhangi bir şeyi bildiğimizi bilmemiz olanaksızdır. Yine dolayısıyla “Eğer dış dünya varsa bile bunu deneysel bilgisi yoktur, bunu deneysel olarak bilemeyiz” der kuşkucu.

Yalın Gerçekçilik

  • Yalın gerçekliğe göre dış dünya vardır ve onu olduğu gibi algılarız. Algımızın içeriği gerçeğin ta kendisidir ve doğrudur.
  • Nesneleri oldukları gibi algılamanın şartlı olağan ve düzgülü bir algıya sahip olmaktır. Nesneleri olduğu gibi, doğrudan algılarız. Algımız dış dünyanın bir görüntüsü değildir.
  • Onlara göre evrende hiçbir canlı olmasaydı bile evren var olmaya devam edecekti. Onun için “dış dünya” kavramı da anlamsızdır. Algılarımız gerçeği olduğu gibi aktardığına göre onu iç ve dış dünya diye ayırmak da manasız olacaktır.

Argüman 1: Gerçeği Dolaylı Değil Doğru Algılıyoruz

  • Mesela gerçeği olduğu gibi değil bir görüntüsü (tasarımı) aracılığıyla algılıyorsak bu “gerçeği doğrudan değil de dolaylı olarak” algılıyoruz anlamına gelmez mi? Fakat bir şeyi “dolaylı olarak algılamak” deyince insanın aklına mesela bir tv ekranından, bir dürbünden bakarak algılamak aklıma geliyor. Dolayısıyla ben bir şeye doğrudan duyularımla tanık oluyorsam aslında onu doğrudan algılıyor olduğumu düşünürüm, öyle hissediyorum yani. Böylelikle kuşkucunun argümanlarının geçersiz olduğunu kanıtlamış olmaz mıyım?
  • CEVAP: Dolaylı, dolaysız ayrımın sadece günlük dilde geçerlidir ve konumuzu kapsayan ve bağlayan bir durum söz konusu değildir. Şöyle söyleyeyim, gördüğümüz şeyleri olduğu gibi algıladığımızı varsayalım ve bir örnek verelim. Masa üzerindeki bir madeni paraya tepeden baktığımızda onu bir daire gibi görürüz. Paraya çapraz bir açıdan baktığımızda bir elips, tam 90 derece açıdan baktığımızda da bir dikdörtgen görürüz. Yalın gerçekçiye göre algılarımız nesneleri olduğu gibi algılıyorsa bizim bu madeni paraya baktığımız açı değiştikçe paranın kendisi de değişiyor olmalıdır fakat öyle değil. Paranın görüntüsü, algılarımızdaki tasarımı, değişiyor.

Argüman 2: Tüm algılarımızız yanılgılı ise “yanılgılı olmak” anlamını yitirir.

  • Eğer bütün algılarımız yanılgılı olabilseydi bu sefer “yanılgılı olmak” anlamını yitirmiş olacak. Yani yanılgılı algımız varsa doğru, düzgülü algımız da var demektir ve yalın gerçekçi de bilgiyi bu doğru algıya dayandırır.
  • CEVAP: Nesnelerin algısı koşullara göre değişiyorsa e bu değişimde meydana gelen sapmalar, yanılgılı olan durumlar olarak yorumlanabiliyorsa, yalın gerçekçinin düzgülü ve olağan olan durumları gösterebilmesi ve en azından onların düzgülü olmayanlardan ayırt edebilmesi gerekir. Fakat bunun kolay olmadığını görüyoruz. Örneğin bakış açısına göre değiştiği durumlarda hangi algının sapmalı olduğunu, hangisinin olmadığını söyleyebilir miyiz gerçekten? Madeni para örneğine bakalım; bu örnekteki hangi bakış açısı madeni parayı olduğu gibi gösteriyor?
  • Başka bir örnek olarak oturduğumuz kahverengi bir masayı öne sürelim. Öncelikle masa hangi kahverengi tona sahiptir? Yakından baktığımda koyulaşan, bir eğimle bakınca açık ve parlak, gölgede ise siyaha yakın görünen bir kahverengi bu. Bu renklerden herhangi biri masanın gerçek rengi olabilir fakat masanın tek bir rengi olduğu açıktır. Russell bu renklerden herhangi birini seçmek için geçerli bir nedenimiz olmadığını varsayıyor.
  • Bu yöntemler birçok durumda işimize yarasa da kuşkucu aslında bunların da bize mutlak bilgi veremeyeceğini söyler. Ölçme yönteminin kendisinin doğru olduğunu varsayalım ve İstanbul’daki hava sıcaklığını ölçelim. Meteoroloji bu sonuca varıyor? İstanbul’un belirli bir anda tüm atmosferini kapsayan kusursuz bir ölçüm mü yapıyor? Havanın Boğaz kıyısında rüzgârın etkisiyle daha serin, mahalle içlerinde veya tepelerde doğrudan güneş alan yerlerde daha sıcak olması kaçınılmaz, dünyadaki hiçbir organizasyonun da bu ölçümü yapacak ne yetenek ve ne de pratik gerekçeye sahip olmadığı açık olacaktır. Fakat konumuz bilimsel metodoloji değil, gerçeklikle onun görüntüsünün (tasarımının) aynı olup olmadığıdır ve yalın gerçekçi bizi maalesef tamamıyla tatmin eden argümanlar sunamamaktadır.
  • “Algılanan gerçeğin ta kendisidir” önermesinden “bilinç içeriğinin nesnenin kendisi” olmayacağı sonucuna kolaylıkla varırız. Yoksa ateşi düşündüğümüzde yanıyor olmamız gerekirdi.
  • Yalın gerçekçi, gerçeği olduğu gibi algılıyorum derken algıyı olanaksız da bırakmaktadır. Algı zorunlu olarak öznel bir boyut içerir: algılamak her şeyden önce anlıkta bulundurmaktır. Yalın gerçekçi bu boyutu da açıklayamıyor ve geçerli bir algı kuramı olamıyor diyoruz.
KAYNAKLAR:

Bilginin Temelleri - Arda Denkel
Felsefe Sözlüğü – Abdülbaki Güçlü, Erkan Uzun

Etiketler:.

Rate it
Önceki bölüm

Yorumlar

Henüz yorum yapılmadı.

Bir Yorum Yazın

Mail adresiniz burada gösterilmeyecektir. Zorunlu alanlar * ile işaretlenmiştir.