play_arrow

Bilgi Felsefesi

Bilgi Felsefesi : Sokrates Öncesi Dönemde Bilgi

Bilal A. Ekim 27, 2020 212


Background
share close

Doğa Filozoflarında Bilgi

  • Doğa filozoflarının bilgi problemlerine yönelik bir ilgi içinde olmadıkları, böyle problemlerin varlığının bile bilincinde olmadıkları söylenebilir. Çünkü bilginin bir felsefi problem olarak ortaya çıkması için, kuşkuculuğun güçlü bir kültürel ve felsefi hareket olarak ortaya çıkması gerekir.
  • Doğa Filozoflarının doğaya yönelik ilgileri bağlamında, tüm doğal gerçekliği açıklayabilecek bir ‘arkhe’ arayışında oldukları söylenebilir.
  • ‘‘Arkhe’ Yunanca başlangıç, ilk olan, ilk ilke, köken, ilk neden yönetici ilke türünden bir çok anlama gelebilen bir kelimedir. Yunan felsefesinde “tüm şeylerin varlık kaynağı; her şeyin kendisinden çıktığı, değişmeyi yaratıp da kendisi değişmeyen ilk töz ya da ilke” anlamında kullanılan bir terimdir.(2)
  • Her ne kadar Doğa Filozoflarının evrendeki oluş sürecini açıklamak için felsefi olarak peşine düştükleri bu ilke ya da ana madde arayışları ontolojik bir karakter taşımış olsa da, bu arayış sürecinin bilinçli bir şekilde dile getirilmemiş bir epistemolojik duruş ve yönelim içerdiği de göz ardı edilemez. Çünkü genel olarak varlığın mahiyetine yönelik her türden felsefi arayış bilinçli ya da bilinçsiz bir epistemolojik arayıştır.
  • Bilmek her zaman varlık düzleminde yer alır ve her bilme bir varlığı bilmedir.
  • Bu filozofların zihin dünyası bağlamında herhangi bir açıklamanın, genel olarak evrensel varoluşa yönelik bir açıklama ve bilme ediminin, bir ilk ilke, başlangıç noktası ya da tözü gerektirdiği düşüncesi, bu epistemolojik ya da diğer bir dile getirişle bilgi felsefesine özgü duruşun en belirleyici özelliği olarak anlaşılabilir. Bu bağlamda bu filozofların bilgi konusunda dogmatik bir tavır içinde oldukları rahatlıkla dile getirilebilir, çünkü söz konusu filozofların evrenin bilinebilirliğine dair en ufak bir kuşkuları ve bu bağlamda bilinçli bir epistemolojik sorgulamaları yoktur.
  • Doğa Filozofları için sonsuz ve tözsel gerçeklik olarak arkhe, evrende varolan her belirlenim ve hareketi vareden ve dolayısıyla da anlaşılır kılan ilke ve başlangıç noktasıdır. Evrendeki her şeyi bilmemizi ve anlamamızı mümkün kılacak bir gerçeklik ve asıl varlık alanı söz konusudur.

Herakleitos ve Parmenides

  • Herakleitos ‘oluş’, Parmenides ise ‘varlık’ düşüncesini temel alan birer ontoloji geliştirmişlerdir.
  • Herakleitos’un oluşa atfettiği önem hareket, çelişki ve değişime verdiği öneme koşuttur. Eğer hareket, değişim ve çelişkiyi doğru ve hakiki bir bilgi önünde bir engel olarak görürsek, tıpkı daha sonra ortaya çıkan Sofistler gibi Herakleitos’un ontolojisini kuşkucu bir epistemolojik tavrın zemini kılabiliriz. Fakat Herakleitos’un bu görüşte olmadığı, tıpkı kendisinden önce gelen Doğa Filozofları gibi sorgusuz sualsiz doğru bilginin olanağını onayladığını söyleyebiliriz.
  • Buna karşın Elea Okulunu oluşturan Parmenides ve öğrencisi Zenon kendi ontolojilerinde ‘oluş’ düşüncesine karşı ‘varlık’ düşüncesini savunup temellendirmeye çalışırlar.
  • Onlar açısından varlık eğer hakiki ve gerçek bir varlık ise oluş, çelişki, hareket ve değişimi dışlamalıdır, çünkü oluş ve çelişki içeren bir belirlenim gerçek anlamda var değildir. Varlığın bu bağlamda nitel açıdan oluş, çelişki, hareket ve değişimden ve nicel açıdan çokluk ve bölünebilirlikten arındırılıp soyutlandığını görmekteyiz.
  • Plâtoncu idealizmi biçimlendiren önemli bir unsur olarak bu Eleacı görüş, asıl ilke ve başlangıç noktası olarak oluş ve çelişkiyi değil, varlık ve ona ilişkin bu soyut özdeşliği temel almıştır. Parmenides açısından asıl bilgelik ve doğru bilgi, hiç değişmeden özdeş ve bir kalan varlığın bilgisidir ve tüm çokluk ve hareket bir yanılgıdan ibarettir.
  • Herakleitos’un Parmenides’ten farklı olarak gerçek yaşamda varolan oluş ve hareketi yadsımadığı söylenebilir. Bu bağlamda Herakleitioscu ontoloji ve ona bağlı epistemolojik duruşun yaşamın dinamizmini ve çelişkili karakterini temel aldığı, buna karşın Parmenidesci anlayışın ise soyut özdeşlik ve ayrımsız birliği temel aldığı rahatlıkla söylenebilir.
  • Herakleitos duyulur gerçeklikte hüküm süren oluş ve karşıt belirlenimlerin dinamik birliğinin akılla kavranabileceğini ve insanın akılsal düşünme yetisinin de oluş ve karşıt belirlenimlerin dinamizmini içerdiğini düşünür. Buna karşın Parmenides ve genel olarak Elea Okulu asıl bilginin kaynağı olarak düşündükleri varlıktan her türlü oluş ve ayrımı dışlarlar.

Sofistler

  • Sofistler, tümüyle göreli ve öznel bir bilgi anlayışına sahiptirler. Tek gerçek dünya algı dünyasıdır ve bu bağlamda algı tüm öznel ve bireysel karakteriyle düşünülebilecek ve 84 söylenebilecek şeyleri belirler.
  • Sofistler kendi felsefelerini çağdaş söyleyişle liberalize olmuş, yani mitolojik ve geleneksel bağlarından görece bağımsızlaşmış dünyevi insanların varlığına ve maddi ilgilerine göre şekillendirmişlerdir.
  • Sofistlerin çıkışı bilinçli bir epistemolojik tavrın başlangıcı için gerekli olan, içinde bulunulan kültürel yapıya kuşkulu ve eleştirel bir mesafeden yaklaşma cesaretine işaret eder.
  • Kuşkusuz Sofistler modern anlamda bir epistemoloji, yani bilgi felsefesine sahip değildirler, çünkü gerçek anlamda bir bilen özne ve bilinen nesne kavramına sahip değildirler. Fakat yine de neyin bilinebileceğine ve bilginin olanağına dair güçlü ve merkezi bir felsefi ilgi onların öğretilerini tümüyle şekillendirmiştir.
  • Genel olarak kuşku ve özellikle de Sofistlerin kuşkuculuğu dolaysızca neyin bilinebileceğine ve bilginin olanağına dair sorulara işaret etmektedir. Fakat nasıl ki felsefe bağlamında epistemolojik sorular etik, estetik, siyaset ve diğer felsefi soruları biçimlendirmekteyse, aynı şekilde Sofistler de bilginin neliğine dair soru ve kuşkulardan ahlak ve siyasete dair soru ve kuşkulara da yönelmişlerdir.
  • Sofistlerin kuşkuculuğu ve genel olarak Sofizm yukarıda da dile getirdiğimiz üzere, Herakleitos ile Parmenides’in ontolojilerinden beslenmiştir. Herakleitos ‘oluş’ düşüncesine rağmen akla ve bilgiye inanmaktaydı ve ona göre oluşun bir mantığı, bir logosu vardı.
  • Bireysel algılarımızın gösterdiği gibi her şey oluş ve çelişki içermekteydi ve aklımızın da söylediği gibi oluş ve çelişki içeren bir dünyada kesin ve genel geçer hiçbir bilgi mümkün olamazdı. Böyle bir sentezin sonucu varlığa, düşünceye ve bilgiye dair tüm zeminin kuşku konusu kılınması olabilirdi. Bu bağlamda evrensel ve nesnel hiçbir gerçek ve doğrudan söz edilemezdi.
  • Sofistlerin algı temelli bir bilgi ve epistemoloji anlayışına sahip oldukları söylenebilir. Her bir insan kendi algısının bilincindedir ve yalnızca kendi algısına dayanan bireysel yargılarda bulunabilir.

Protagoras ve Gorgias

  • Protagoras’a atfedilen en önemli söz, “insan herşeyin ölçüsüdür” sözüdür.Buradaki insan bireysel insandır. Buradaki ölçüyü elinde tutan insan bir bedene sahip olan ve duyumsayan insandır.

“Herhangi bir şey bana nasıl görünüyorsa benim için öyledir, sana nasıl görünüyorsa senin için de öyle… Üşüyen için rüzgâr soğuktur, üşümeyen için ise soğuk değildir.”

ProtagoRas
  • Böylece her algı ve belirlenim hakkında farklı yargılarda bulunabiliriz, her şey görelidir, yani herbir insana göre belirlenir. Bireysel insanların yargılarını aşan bir evrensel ve nesnel doğruluk ve bilgi bir yanılgıdan ibarettir.

Gorgias

Gorgias’a atfedilen en önemli fragman ise şudur:

“Hiçbir şey yoktur, varsa bile insan için kavranılmazdır, kavranılır (bilinebilir) olsa da öteki insanlara bildirilemez ve anlatılamaz.

GORGİAS
  • Hiçbir şey yoktur’ düşüncesi dile getirdiğimiz üzere Herakleitoscu diyalektik ile Parmenidesçi mutlak ve ayrımsız özdeşlik anlayışın bir sentezi olarak karşımıza çıkmaktadır.
  • Herakleitos ile birlikte her şeyin oluşa tabi olduğu ve Parmenides ile birlikte oluşan hiçbir şeyin hakiki anlamda var olmadığı kabul eden Gorgias açısından sonuç, hiçbir şeyin var olmamasıdır.
  • Kaldı ki herhangi bir şey varsa bile kavranılamaz; çünkü zihin tarafından ele geçirilemez bir oluş ve çelişki içindeki böyle bir varoluş kavranamaz. Diyelim ki kavrandı, bu kavranan şeyin bir başkasına bildirilmesi ve onun tarafından kavranması olası değildir, çünkü her bir bireyin söylemi ve kavrayışı farklı olacaktır.
  • Sonuçta Sofistlerin genel olarak, algı içeriklerinin bireysel karakteriyle biçimlenmiş öznel, göreli bir bilgi anlayışına sahip oldukları söylenmelidir. Ayrıca Gorgias’ın Parmenides’ten devraldığı görünüş ve varlık karşıtlığı da Platoncu idealizmin şekillenmesinde büyük önem taşır.

Hümanist Felsefe

  • İlk dönem Doğa Filozoflarından farklı olarak Sofistler, insan ve kültür sorunlarını merkeze alan bir felsefe anlayışına yönelmişlerdir. İnsan odaklı bir felsefe açısından epistemolojik ve ahlaki sorunlar başat bir rol oynarlar.
  • İnsan kavramıyla birlikte özne kavramı da ön plana çıkar. Özne kavramı ise bize bilgi, bilinç, irade ve eylem kavramlarını verecektir. İnsanın öznelliği zamanla ve tarihsel süreç boyunca onun nesnelliğini de belirler. İnsan öznelliğiyle nesnel varoluşun dolaysız bir uzantısı olmayan reflektif ve diyalektik bir belirlenim taşır. Sofistler epistemolojik ve etik açıdan bireysel öznenin varlığını temel alırlar ve insan algısını bireysel istemin tikelliğinin ve keyfiyetinin özü olarak sunarlar.

Özgürlük

  • Sofistler mitolojinin dogmatik katılığına ve aristokratik sınıfların eşitsizlik üzerine kurulu yönetimlerine karşı gelişen özgürlükçü ve demokrat bir ruhun temsilcileridir. Özgürlük genel olarak bireysel özgürlük olarak tanımlanır.
  • Sofistlerin özgürlüğü modern anlamda bir tür ‘liberal’ özgürlük olarak tanımlanabilir.Sofistler için özgürlük genel olarak, bireyin doğal dürtü ve tutkularına gem vurmaması ve onları geleneğin ve politik otoritenin insafına terk etmemesi olarak da anlaşılabilir. 
  • Sofistler evrensel kavram ve kategorileri temel alan akılsal bir ahlak anlayışı savunmazlar. Onlar için akıl daha çok bireyin tikel ilgi ve çıkarlarına hizmet etmesi gereken teknik bir araç olarak görülebilir. Bu nedenle onlar aklın evrensel hakikat arayışı olarak tanımlanabilecek bir felsefeye (philosophia) yönelmekten çok, aklın günlük ilgi ve çıkarlar için retorik kullanımını gözardı etmeyen bir felsefeye yönelirler.

Bireyci Bir Felsefe

  • Eğer bireysel öznelerin algılarını ve pratik ilgilerini aşan nesnel ve evrensel bir doğruluk ve gerçeklik söz konusu değilse, bireyler arasındaki düşünsel tartışmalar, pratik ilgi ve çıkarları dışavuran bir uzlaşı çabasının ötesinde anlam taşımazlar.
  • Kamusal alandaki tartışmaların birincil amacı, varolduğu düşünülen nesnel ve evrensel bir hakikate ulaşmak değil, bireysel ve tikel ilgileri karşı tarafa kabul ettirme, ikna ve rıza yaratmadır.
  • Felsefe ve politika, yüce ve ideal amaçlar uğruna değil bireysel ve özel ilgiler uğruna yapılır. Bireysel ve tikel ilgiler gerçek bir varoluşa işaret ederken evrensel bir ilgi ise bir aldatmaca ve yanılsamanın sonucu olabilir.

Bu Felsefe İçin Demokrasiye Duyulan İhtiyaç

  • Sofistik tartışma böylece ilkin farklı anlayış ve ilgilerin bir dışavurumu ve uzlaştırılması çabasıdır. Böyle bir çabanın demokrasi kültürü ve insan davranışları açısından önemi açıktır. Eşit bir ağırlığa sahip oldukları düşünülen farklı ve karşıt görüşlerin belli bir rekabet ortamında birlikte var olmaya çalışması, sağlıklı bir liberal ve demokrat yaşam ortamı için çok gereklidir.
  • Böyle bir bireysel eşitlik ve rekabet ortamının aşkın bir doğruluk ve erdem anlayışıyla aşılmaya çalışılması demokrasi kültürü açısından sakıncalar doğurabilir.
  • Tüm bu yorumlara karşın Sofistlerin bazı ortak epistemolojik ve etik ilkelere sahip olmakla beraber, oldukça farklı görüşlerle de ortaya çıkmış olduklarını unutmamak gerekir. Belli bir grup toplumsal uzlaşı ve normların toplumsal yaşamın esenliği ve huzuru için gerekli olduğunda diretirken başka bir Sofist grubu ise doğa yasasının her zaman bu toplumsal uzlaşı ve normlara üstün olduğunda diretirler.
KAYNAKLAR:

1- Bilgi Felsefesi - Enver Orman
2- İlkçağ Felsefe Tarihi Cilt 1/2 – Ahmet Arslan
3- Felsefe Sözlüğü – Abdülbaki Güçlü, Erkan Uzun

Etiketler:.

Rate it
Önceki bölüm

Yorumlar

Henüz yorum yapılmadı.

Bir Yorum Yazın

Mail adresiniz burada gösterilmeyecektir. Zorunlu alanlar * ile işaretlenmiştir.