play_arrow

Bilgi Felsefesi

Bilgi Felsefesi : Sokrates ve Platon’da Bilgi

Bilal A. Ocak 17, 2021 5257


Background
share close

SOKRATES

  • Aslında tarihsel bir kişilik olarak Sokrates’in öğretisini öğrencisi Platon’unkinden ayırmak, ikisi arasında kesin ve tartışma götürmez bir sınır çizmek zor görünmektedir, çünkü biz Sokrates’in felsefi görüşlerini ağırlıklı olarak Platon’un yapıtlarından öğrenmekteyiz. (1)

Ebelik Sanatı

  • Platon diyaloglarının ucu açık olan bu tartışmalarda asıl belirleyici kişilik olarak Sokrates, konuşmanın gidişatını düzenlemek için çeşitli müdahalelerde bulunur. Bu süreç, yani tekil ve tikel olanda evrensel öğeyi belirginleştirme ve tanımlama süreci, Sokrates tarafından bir tür ebelik sanatı olarak adlandırılır. (1)
  • Filozofun bu ebelik sanatı tümüyle düşüncelere dayalı bir sanat olarak, kişilerde gizil bir şekilde bulunan evrensel düşünce ve kavrayışı doğurtma ve geliştirme sanatıdır. (1)
  • İroninin eşlik ettiği bilgisizlik, sorgulama, olumsuzlama ve doğurtma çabaları, alışık olmayanlar için oldukça sinir bozucu olan Sokratik Diyalog ve içsel aydınlanmanın önemli bileşenleridir. (1)
  • Sokrates’in belli bir ironinin de eşlik ettiği ünlü bilgisizlik itirafı şöyle formüle edilebilir: “bir tek şey biliyorum o da hiçbir şey bilmediğim.” Bu ifade belli bir ironi içerir, çünkü Sokrates belki de tüm Atinalılardan daha bilgilidir. (1)

Bilginin Sorgulanması

  • Buradaki bilgisizlik beyanı daha çok sıradan Atinalılarda ve Sofistlerde görülen yeterince sorgulanmamış görüş ve düşüncelere, temellendirilmemiş bilgeliklere karşı bir meydan okumadır. (1)
  • Sokrates açısından sorgulama, insanlardan her gün defalarca kullandıkları kavramları tanımlamalarını istemekle başlar. Verilen cevaplar belli bir sorgulama ve eleştiriden sonra olumsuzlanır. Bu olumsuzlanan ve yetersiz bulunan cevaplardan hareketle bir düşünce ya da kavramın evrensel tanımı ya da özü zihnimizde ‘doğurtulma’ya çalışılır. (1)
  • Epistemolojik bağlamda Sokrates bir nevi zihinsel ya da tinsel ebelik yaptığını, insanlarda bilinçsiz ve gizil bir tarzda varolan bilgileri doğurttuğunu düşünür. . (1)
  • Sokrates Sofistlerin her şeyi oluşa indirgeyen ve bu bağlamda bireysel öznelliğin keyfiyetine teslim eden aşırı ‘liberal’ ve politik anlamda ‘anarşizan’ çıkışlarını kendisine sorun edinir. Sokrates düşünen ve gerçek anlamda bilen herkesi bağlayacak tanımların, yani diğer bir dile getirişle bireyselliği aşan bir evrenselliğin peşinde olmuştur. (1)
  • Eğer felsefe yapacaksak içinde yaşadığımız kusurlu, oluş ve yok oluş içinde olan, düzensiz, akıcı ve dolayısıyla herhangi bir hakikatin kaynağı veya dayanağı olması mümkün olmayan nesneler dünyasının dışında ve üstünde mükemmel, kusursuz, değişmez, düzenli ve hakikatin kaynağı veya dayanağı olacak akılsallığa sahip bir dünyanın, bir gerçekliğin var olduğunu kabul etmek zorundayız. Bu görüşü bir varsayımdan kurtaracak şey ise, her şeyin temelinde Varlık denen bir şeyin olduğu ve onun gerçek olduğudur. Bu Varlık’ın akılsallığa aykırı olmama kaydıyla aklın da üstünde olduğu ve sonuçta iyi veya iyiliğin kendisi olduğuna inanmaktan geçer.(2)
  • Bu kabulün temelini de “iyi ideası, her şeyin temelinin iyi olduğudur” Bu evren matematiğin doğru ön kabuller üzerine kurulması gibi metafizikçi de her şeyin temelinin “iyi” olması varsayımı üzerine düşünecektir. Ya bu varsayımı kabul eder ve bilim ve felsefe yaparız, ya da kabul etmeyiz ve her şey anlam ve açıklamasını kaybeder, felsefe ve bilim yapmayız.(2)

Tümevarımsal Akıl Yürütme

  • Tümevarımsal akıl yürütmelerin önemini ilk defa kabul eden ve onu özün bilgisine ve tümel tanımlara erişmek için sistemli olarak kullana ilk kişi Sokrates’tir. Sokratesçi düşüncenin ana konusu, yalnızca ahlaki şeyleri konu alan genel tanımlardır ve tümevarımsal konuşmalar bu genel tanımlara ulaşmak için bir araçtır. (2)
  • Tanımların önemi ve onlara ulaşmak için tümellerin kabulü, aslında felsefe tarihinin en önemli olaylarından biridir. (2)

Entelektüalist Ahlak Kuramı

  • Sokrates’in esas tezi ise iyiyi bilenin zorunlu olarak onu yapacağı, eğer biri kötü bir şey yapıyorsa bu onun bilgisizliğinden kaynaklanıyordur tezidir. Bu hiç kimsenin bilerek kötülük yapmadığı sonucuna ulaştırıyor bizi. Bu teze göre kötü insan yoktur, bilgisiz insan vardır ve insanları bilgili kıldığımızda onları iyi etmemiz mümkündür. İnsanları bilgili kılmak, onları eğitmek demektir.
  • Felsefe tarihinde bu ahlaki görüşe “entelektüalist ahlak” denir. Bunun karşısındaki görüşe de ahlaki iradecilik (volontarizm) denir. (2)

PLATON

  • Platon her şeyden önce rasyonalist bir filozoftur. Yani o bilginin yegâne kaynağının akıl olduğunu düşünür.(2)
  • Felsefi arayışında Sokrates’in nesnel ve evrensel tanım arayışlarını daha da ileri taşıyarak, kendi radikal idealizm ve rasyonalizminin zemini kılar. (1)

Bilgi Hatırlamadır

  • Bilginin hem Sokrates ve hem de öğrencisi Platon için zaten zihinde bulunan şeyi bir açığa çıkartma, bir anımsama becerisi olduğu söylenebilir. İnsanlar doğuştan bazı rasyonel düşünce ve bilgilere sahiptirler. Filozof bu gizil ve bilinçsiz bilgileri ortaya çıkartıp bilince kavuşturan kişidir.(1)
  • Matematiğin duyulur gerçeklikten kaynaklanmayan doğruları bu doğuştan bilgilere örnek, olarak gösterilebilir. Platon’un Menon adlı diyalogunda Sokrates bir köleye bir matematik problemini anımsatma ve doğurtma yöntemiyle çözdürmüştür. (1)
  • İnsan bildiği bir şeyi bildiği için araştırmaz. Bilmediği bir şeyi ise neyi araştıracağını bilmediği için araştıramaz. Geriye kalan tek seçenek insanın aslında kısmen bildiği bir şeyi araştırmasının mümkün olduğudur. Yani insan aslında bildiği, ancak bunun farkında olmadığı bir şeyi araştırabilir ve bu da aslında insanın farkında olmadığı bilgiyi hatırlamasıdır.(2)
  • Bu anlamda Platon’a göre insan bir önceki yaşamında, ruhlar ülkesi Hades’te bedenden ve insanı yanıltan tüm duyumsamadan arındırılmış bir ruhken tüm akılsal bilgilere sahipti. İnsan zihnini bulandıran bu duyulur dünyada söz konusu bilgilerin insana yeniden anımsatılması gerekir. (1)
  • Platon’un pek de yeni olmayan ruh göçü öğretisini bir efsane biçiminde değil de rasyonel-felsefi olarak ele almasına ve kanıtlamasına tanık oluyoruz. İnsanın bu bilgi kuramı ile deneyin ona veremeyeceği a priori birtakım bilgilere sahip olduğu, ölümsüz olan insan ruhunun idealar kuramı ile sıkı bir bağına şahit oluyoruz.(2)

Akılsal Bilginin Özünü İdealar Oluşturur

  • Saf düşünme yetimizle ulaşılabilen bu akılsal bilginin özünü ve içeriğini, evrensel formlar olan idealar oluşturur. (1)
  • Platon’un bilginin duyumlara dayanmasına itirazının sebebi ise Protagoras’ın kaynağı olan Herakleitosçu varlık görüşüdür. Bu durumda esas alt edilmesi gereken kişi Herakleitos’tur. Herakleitos haklı değildir, dolayısıyla Protagoras da haklı değildir.(2)
  • Bilginin konusu var olan, devamlı ve kalıcı olan varlıktır. Bu varlık ise gerçek varlık olan idealardır ve idealar da ancak akılla kavranabilir. (2)
  • Eğer bu dünyayı gözümüzle görüp, ellerimizle tutamıyorsak, yapmamız gereken ona aklımızla, düşüncemizle ulaşmaktır. Onun tezi de her şeyden önce bir varsayımdır.(2)

İdea ve Çeşitli Platon Kavramları

  • Platon idealizmini anlamak öncelikle idealizm teriminin kökenini oluşturan ‘ideanın kökenini anlamayı gerektirir. (1)
  • İdealizm: Felsefede, en geniş anlamıyla, tinsel güçlerin evrendeki tüm süreçleri ya da olup bitenleri belirlediğini savlayan tüm felsefe öğretilerine karşılık gelir. Buna göre var olan her şey düşünceye bağlanıp ondan türetilir; düşünce dışında nesnel bir gerçeklik var değildir. Bu kavramı anlamak için onun kökündeki ide veya idea kavramına bakmamız gerekiyor.(3)
  • İdea: Genel olarak, bilinçli düşüncenin içeriğini, düşüncenin yöneldiği nesne anlamına gelir. Türkçede kimileyin ide kavramıyla da karşılanan bu kavram, bu anlamıyla Platon’un idealar kuramındaki kullanımının dışında “düşünce(fikir)”, “tasarım(tasavvur)”, “kavram(mefhum)” gibi sözcüklerle karşılık gelir ve felsefe tarihi boyunca birbirleriyle ilişkili de olsa birçok farklı anlamda kullanılır. (3)
  • ‘İdea’ Yunanca ‘eidos’ kelimesinden türemiştir ve bu kelime görüntü, görünüş, şekil, form, tip, tür, biçimlendirici doğa, fikir, düşünce, tasarım, kavram gibi anlamlara sahiptir. (1)Platon’da bu kavram bize hiçbir zaman mutlak olanın bilgisini vermeyecek olan duyulur nesnelere karşı bilginin saltık, değişmez, saf nesneleri olan düşünülür nesnelere, ancak düşünce yoluyla kavranabilir olan “ilk örneklere” karşılık gelir. (3)

İyi İdeası

  • Burada güneş benzetmesi yerinde olacaktır. Biz nasıl güneşe bakamıyor ama ondan gelen ışık sayesinde nesneleri görebiliyorsak kavrayış dünyasındaki iyi ideası da güneş gibidir. Güneş görünen dünyadaki nesneleri nasıl görünüyor kılıyorsa iyi ideası de nesnelere gerçekliğini, akla da bilme gücünü veren şeydir. İyi ideası kayıtsız şartsız olandır, mutlak olandır, açıklanmaya ihtiyaç göstermeyendir. O tek tanrıcı dinlerin tanrısıdır. (Plotinos’un Bir’i, ifade edilemeyendir, hakkında konuşulamayandır) İyi ideasını kabul etmek varoluşsal bir tercihtir. Varlığın anlamlı, anlaşılabilir, iyi, doğru, hak olduğunu seçmek iyi ideasını kabul ile mümkündür.(2)

Diğer İdealar

  • Güzellik, cesaret, erdem gibi kelimelerin karşılığı olan ve söz konusu kişi veya durumlardan farklı, onlardan ayrı olan bir nitelik olmalıydı. Aksi takdirde birbirinden farklı ve birden çok olan bu şeyler, eylemler hakkında böyle bir kelimeyi kullanmamız, bir de çok kişi, nesne veya eylemin güzel veya cesurca olduğunu söylememizin bir anlamı olamazdı. İşte bu tür şeyler idealardır. (2)
  • İdeanın bir bakıma, felsefe tarihi açısından büyük önem taşıyan diğer bir Yunanca kökenli kavram olan ‘logos’ ile bir anlam bütünlüğü ve yakın ilişki içinde olduğu rahatlıkla söylenebilir. ‘Logos’ köken olarak ‘söz’ anlamına gelmektedir. (1)
  • ‘Logos’un içeriğinin felsefe tarihindeki tartışmalar bağlamında ayrıca şu anlamlarla da yüklenmiş olduğunu görmekteyiz: yasa, akıl, düşünce, kavram, idea. Logos ve ideanın anlam içeriği açısından bu çakışması tesadüfi değildir: düşünce söz ve söz düşüncedir ya da düşünceler sözlerle dışa vurulur, yani dile getirilirler. Dil ve düşünme önceki bölümlerde de dile getirdiğimiz üzere birbirinden koparılamaz bir içsel dolayımla birbirlerine bağlıdırlar. (1)
  • Söz ve düşünce, logos ile ideanın ikinci bir belirleyici ve ayırt edici özelliği ise tümel ya da evrensel olmalarıdır. Bu Platoncu perspektif açısından hem ontolojik ve hem de epistemolojik bir gerçeklik ve doğruluğa işaret eder. Yalnızca evrensel formların, yani ideaların hakiki ve gerçek bir varlıkları ve bilgi değerleri vardır. (1)
  • Platoncu idealizm ve rasyonalizm, dilde ve dolayısıyla düşünme sürecinde egemen olan bu tümel terim ve evrensel kavramların, yalnızca öznel dil ve düşünme yetimiz bağlamında bir varlık ve bilgi değer taşımadığını, fakat ontolojik ve epistemolojik açıdan nesnel ve aşkın bir varlık ve bilgi değeri taşıdığı anlayışı çerçevesinde şekillenmiştir. (1)
  • Akılsal düşünme yetimizin içerikleri olan evrensel kavram ve düşünceler, yalnızca bireysel ve öznel gerçekliğimizin bileşenleri değildirler. Bu evrensel kavramlar birer idea ya da form olarak tüm bireysel gerçekliği biçimlendiren aşkın tözlerdir. Gerçek ve hakiki bilginin vazgeçilmez içeriğini oluşturan kavramlar, yalnızca algı dünyasını bilmemize ve kavramamıza hizmet etmezler. Onlar aynı zamanda gerçek ve hakiki varlık düzlemine işaret ederler. Kuşkusuz Platon’un bu idealizm ve rasyonalizmi, Sofistlerin algı temelli bireysel ve öznel bilgi anlayışlarından ciddi bir kopuş ve farklılaşmaya da işaret etmektedir(1)

İdealar Kuramı

  • Sokrates ile başlayan tikeli ve öznel olanı aşan evrensel tanım ve kavrayışa ulaşma çabası, Platoncu İdealizmle birlikte düşünce ve kavramın kendisini ontolojik bir düzlemde mutlaklaştırmaya varmıştır. (1)
  • Sofistler açısından, insanın bireysel ve öznel varoluşunun şekillendirdiği göreli ve tikel görüş ve tercihler, Platoncu epistemoloji açısından bilgiye, yani Yunanca karşılığı ile epistemeye değil, sanıya, yani doksaya işaret ederler. Bu bağlamda Platon’un bilgi kuramı açısından bilgi ile sanı arasındaki ayrım büyük bir önem taşır. (1)
  • Hem bilgi, yani episteme ve hem de sanı, yani doksa kendi içlerinde iki bölüme ayrılırlar. Bilmek ya da bilgi varlığı bilmektir. ‘Varlık’ Platoncu anlamıyla oluştan ve yok oluştan arındırılmış Parmenidesci varlık anlayışına yakın bir içerik taşır. (1)
  • Sanmak ya da sanı ise oluşu ve yok oluşu sanmaktır. Sanmak bir tür bilgi gibi görünür, çünkü insan bildiğini sanır ya da sanısını bilgi sayar. (1)
  • İnsan örneğin ‘Ahmet’in iyi olduğunu’ söyler ve böylece Ahmet adlı kişiyi ve iyiliği bildiğini sanır. Oysaki Platon açısından ‘iyilik olarak iyiliği’ ya da evrensel olarak iyiliğin ne olduğunu bilmediğimiz sürece, herhangi bir bireysel varlığın iyi olup olmadığını bilemeyiz. Akılsal düşünme yetimizle edindiğimiz evrensel ve zorunlu bilgilere sahip olmadığımız sürece, Ahmet adlı bir tanıdığımızla yaşadığımız deneyimler bizi yalnızca beli sanı ve duygu durumlarına götürebilir. Herhangi bir duyulur gerçekliği bilmemize ve kavramamıza olanak sağlayacak şey, evrensel kavram ya da idealara ilişkin akılsal düşünme yetimiz ve bilgimizdir. (1)
  • Platon bu anlamda tam bir rasyonalisttir. Platon’un diyaloglarında hep olageldiği üzere, Sokrates çevresinde bulunan bir Sofiste ya da sıradan bir Atinalıya sürekli kullandıkları kavramların ne anlama geldiğini sorar. Kavramın anlamına dair bu sorgulama Sokratik dönemde ilkin epistemolojik bir çerçevede bir tanım arayışı olarak ortaya çıkarken Platoncu idealizmin olgunluk sürecinde ise kavramlar evrensel formlar olarak, algı nesnelerine aşkın bir ontolojik gerçekliğe dönüşmüştür. (1)
  • Kavramın gerçekliği eğer duyulur gerçekliğe aşkınsa, kavram ve içeriğini oluşturan düşüncelerin duyulur olmaması gerekir. İdealizm duyulur gerçekliğin, yani fiziksel ya da maddi gerçekliğin asıl ve kalıcı gerçeklik olmadığını, asıl gerçekliğin maddesiz ve ideal gerçeklik olduğunu savunur. Bu bağlamda asıl ya da tözsel varlık da ideal varlıktır. (1)
  • Bu Platoncu anlamda rasyonalizm ve idealizmin iç içe geçip bütünleştiği noktadır: akılsal olan vardır, varolan akılsaldır. Platoncu idealizm açısından arı düşünce ve akıl nesneleri, tüm evrensel varoluşun belirleyen ‘arketipler’ ya da özsel formlardır. Physis alanı, yani maddi gerçeklik bu özsel formlar ya da daha bilinen adlandırmayla idealar olmadan evrensel ve kalıcı biçim ya da formlara, dahası türlere ve cinslere sahip olamaz. (1)
  • Bu bağlamda materyalistlerin ya da empiristlerin aksine madde ve maddi olan tüm şeyler kendi kendilerini belirleyen ve biçimlendiren içsel bir doğaya sahip olmadıklarından, evrensel ve sonsuz bir varlığa sahip değildirler. (1)
  • Evrensel ‘insan’ formu ya da ‘insanlık’, herhangi bir maddi ve bireysel insana indirgenemeyeceği ve onda tüketilemeyeceği için, kalıcı ve evrenseldir. Bireysel insanlar gelip geçici ve sonlu bir varlığa iyeyken bireysel insanlarda evrensel bir tarzda varolan insan ideasi ya da formu kalıcı bir varlığa iyedir. Platon açısından örneğin, ‘adalet’ bireyden bireye değişen tikel ve göreli bir şey değil evrensel ve genel geçer bir şeydir. (1)

Bölünmüş Çizgi Benzetmesi İle Varlık Derecelerinin İzahı

  • Bölünmüş çizgi benzetmesi kısaca Platon’da varlıkların varlık derecelerine göre hiyerarşik bir şekilde sınıflandırılması, öte yandan bilgilerin de bilgi veya doğrulur derecelerine göre hiyerarşik bir biçimde sınıflandırılması anlamına gelir. Bu ilişkinin sebebi Platon’a göre bir şey ne kadar var ve gerçekse, onun bilgisi de o ölçüde doğrudur veya doğruluk içerir.(2)
  • Platon bizden eşit olmayan iki parçaya bölünmüş bir çizgiyi düşünmemizi ister. Bu iki parçadan daha kısa olanı görünen dünya, diğeri kavranan veya düşünülen dünyadır.(2)
  • İkinci çizgi yeniden ikiye bölünür ve kısa tarafı görünen dünyanın kopyaları veya yansıları, uzun bölümü canlı varlıklar, insan tarafından yapılmış şeyleri temsil eder.(2)
  • Kavranan dünya, duyusal olarak kavranmayan, ruhun gözü ile görülen şeyleri içine alır. Bu dünya da ikiye ayrılır. Bunlar ruh ve iyi ideasıdır.
  • Varlık türlerini böylece sıralayalım. İlk varlık türü idealar. İkincisi ideaların görünen dünyadaki kopyaları ve üçüncüsü bu kopyaların kopyaları (resim, heykel, aynadaki-sudaki yansımaları)(2)
  • Platon sıraladığımız varlık türlerine, bilen ruhta dört bilme tarzını veya dört bilgi türünü tekabül ettirtir.(2)
  • Buna göre ilk iki varlık türüne ilişkin bilginin konusu akılsallar, akılla kavranan şeyler, son ikisi sanının konusudur. Bilen insan açısından bakarsak ilk ikisi saf akılsal bilme veya sezgi, son ikisi çıkarsama veya çıkarsamaya dayanan bilgi olarak adlandırılır.(2)
  • Platon’un varlık ve bilgi türlerini saydığımız şekilde tasnifinden sonra bu varlık ve dolayısıyla bilgi türlerine ilişkin tasniften doğan dört türlü bilgi çeşidi karşımıza çıkacaktır. Bunlar:

Bilginin Dereceleri

  • Tahmin, yanılgı, illüzyon (eikasia): Bu bilgi türünün konusu nesnelerin gölgeleri, yansımalarıdır. Bu bilgi türü bir bilgi değildir Platon’a göre. Çünkü bu tür bir bilginin bir konusu yoktur veya konusunun bir gerçekliği yoktur. Onun konusu sadece hayaldir.
  • İnanç, inanma (pistis): Bu türün konusu duyusal, tikel nesnelerdir. Ancak Platon’un bu tür şeyleri gerçek varlıklar görmediği için onları konu alan duyusal, tikel algıları da bilgi olarak kabul etmez. Yine de ilk bilgi türü gibi tamamen değersiz bir bilgi de değildir bu bilgi. İdealar olmamış olsaydı, insanın sahip olabileceği tek bilgi türü bu olacaktı Platon’a göre. Platon duyusal bilginin varlığından şüphe etmez, problem onun kesinliği değil, onun sürekli değişmesi ve bilimin ihtiyaç duyduğu tümellik, değişmezlik, evrensellik ve zaman-dışılık standardını karşılamamış olmasıdır. Bu bilgi türü bugün bizim ampirik bilgi dediğimiz şeydir. Bu bilgi bilgidir ama standartları düşüktür Platon’a göre.
  • Çıkarsamacı Bilgi (Dianoia): Akılsal bilgi alanındayız ama yine de yeterli doğruluk ve kesinlik içermez bu bilgi türü. Çünkü bu tür de duyusal unsurlara dayanır. Mesela tahtaya çizilen üçgen hakkında değil onun temsil ettiği tümel üçgen hakkında konuşulur. Tahtaya çizilen üçgen, ideal üçgenin bir illüstrasyonudur. Bu matematiksel bilgi koşullu, varsayımsal bilgi olduğu için Platon’un tercih edeceği ideal bilgi olmayacaktır.
  • Saf Akılsal Bilgi, Sezgi (Noesis): Apaçık ilkelere dayanan, herhangi bir duyusal öğe içermeyen, hiçbir şekilde varsayımsal bir nitelik taşımayan, nesnesini doğrudan ve saf kavrayışla kavrayan bilgidir bu. Platon buna diyalektik diyecektir. Platon’a göre diyalektiğin matematikten farkı diyalektiğin ilke veya ilkelerinin mutlak olmasına karşılık matematiğin ilkelerinin koşullu olmasıdır, yoksa her ikisi de dedüktif bir çalışma yöntemine sahiptir. Bu şekliyle diyalektiğin Descartes’ın yönteminden de bir farkı olmadığını söyleyebiliriz yine.

Mağara Alegorisi

  • Bilgiye dair ünlü bir metafor da Platon’un Devlet diyalogunda dile getirdiği mağara metaforu ya da benzetmesidir. Platon bu söz konusu metaforunda, bir mağaranın içinde yüzleri mağaranın duvarına dönük, elleri, ayakları ve boyunları duvara zincirli insanlar tasvir eder. Mahkûm olan bu insanlar hiçbir şekilde bedenlerini oynatamamaktadırlar. (1)
  • Bu zincirli mahkûmların arkasında bir ateşin aydınlattığı bazı cisim ve canlıların gölgeleri mağara duvarına vurmakta ve mahkûmlar yalnızca bu gölgeleri görmekte ve onları gerçek sanmaktadırlar. Platon’a göre bu mahkumlar yalnızca sanılarla yetinen, gölgeleri gerçek varlıklar sanan, temelsiz inanç ve tahminlerle yetinen sıradan insanları temsil etmektedirler.
  • Yalnızca gerçek filozof, yani asıl ve hakiki varlığın idealar olduğunu bilen kişi, zincirlerini kırabilir ve mağaranın dışında ve güneşin parlak ışıkları altındaki gerçek varlıkları aklıyla seçer ve bilebilir. (1)
KAYNAKLAR:

1- Bilgi Felsefesi - Enver Orman
2- İlkçağ Felsefe Tarihi Cilt 2 – Ahmet Arslan
3- Felsefe Sözlüğü – Abdülbaki Güçlü, Erkan Uzun

Etiketler:.

Rate it
Önceki bölüm

Yorumlar

Henüz yorum yapılmadı.

Bir Yorum Yazın

Mail adresiniz burada gösterilmeyecektir. Zorunlu alanlar * ile işaretlenmiştir.