play_arrow

Septikler

Septikler-2/3 (Akademi Dönemi)

Bilal A. Eylül 13, 2019 939 5


Background
share close

ORTA (AKADEMİ) DÖNEM 

  • SORU: Bu döneme akademi dönemi denmesinin nedeni nedir? 
  • CEVAP: Bu dönemin septikleri Platon’un akademisinin bünyesinde İÖ 3.yy itibariyle yer almış ve iki asır boyunca da varlıklarını korumuşlardır.  
  • Akademideki bu değişim akademi tarihi içinde “İkinci Akademi” veya “Orta Akademi” dönemi olarak adlandırılır. Bu dönemin başlatıcısı İÖ 265 yılında akademinin başına geçen Arkesilaos’tur. Bu dönemin diğer önemli temsilcisi de yüz yıl sonra okulun başına geçecek olan Karneades’tir. Bu döneme ait bilgileri Diogenes Laertius, Cicero ve Sextus Empiricus aracılığı ile öğreniyoruz.  

ARKESİLAOS 

  • Arkesilaos da Sokrates ve Piron gibi yazılı eser bırakmamıştır. Zenon, Epikuros ve Piron’la çağdaş olan filozof, İÖ 315-240 yılları arasında yaşamıştır. Piron’la tanışıp düşüncelerinden etkilendiği düşünülmektedir. Arkesilaos aynı zamanda eski bir Lise öğrencisidir. Aristoteles’in kurduğu Lise’den ayrılıp Akademi’ye geçmiş ve Palemon’dan sonra Akademi başkanlığı yapmıştır.  
  • Her ne kadar şüpheci olsa da kendisini Piron’un öğrencisi saymayan Arkesilaos, şüpheci bilgi felsefesi konusundaki görüşleri hemen hiç değişmeden Piron’a benzer olmasına rağmen şüpheciliğin kökenini Platon ve oradan da Sokrates’e bağlamak istediğini görmekteyiz. Bunda Akademi’de olmasının etkisinin de olabileceğini speküle edebiliriz. O da Sokrates gibi insanlarla tartışırmış fakat amacı insanlara bilgisiz olduğunu göstermek değil, onları şüpheci yapmak için tartışmıştır.  
  • SORU: Arkesilaos, Platon’da ne bulmuş ve şüpheciliği hangi gerekçelerle Platon’a dayandırmıştır?
  • CEVAP: Cicero’un aktarımlarına göre Arkesilaos, yaptığı Platon okumalarında, Platon’un bilgiye erişmek için duyuların ve aklın bize doğru bilgi vermediği sonucuna vardığını ve bu yüzden bilgiye şüpheci bir tavırla yaklaştığını düşündüğünü aktarır. Evet, Platon duyuların bize bilgi vermediğini, Protagoras’a karşı çıkarak, söyler ama öyle anlaşılıyor ki Arkesilaos Platon’un rasyonalist tarafını yanlış yorumlamıştır zira Platon doğru bilgiye sadece akılla ulaşılabileceğini söyler.  
  • Yine Arkesilaos, yaptığı Platon okumalarında diyalogların dogmatik olmadığını, dolayısıyla bir yargıda bulunmaktan kaçınan bu Sokratik (diyalektik tartışma yöntemi) diyalogların şüpheci bir tavırla yazıldığını düşünmektedir. Parmenides, Timaios, Yasalar ve benzeri diyaloglarda kendi sistemine yönelik eleştirileri dile getirip sisteminde çeşitli değişiklikler yapan Platon böylelikle dogmatik olarak yorumlanmayacak, kendi görüşlerine bile şüpheci bir tavırla yaklaşan bir filozof olarak ele alınacaktır Arkesilaos tarafından. Bu yaklaşım kendisini bir akademik şüpheci olarak adlandıran Cicero tarafından da benimsenecek, Arkesilaos dönemi akademisine Yeni Akademi demeyi uygunsuz bulacaktır çünkü Akademi her zaman şüpheciydi bu görüşe göre.  
  • Sokrates’in meşhur deyişi olan “Eğer tek bir şey biliyorsam hiçbir şey bilmediğimdir” sözünü onun temel alan şüpheci söylevi olarak alan Arkesilaos bununla yetinmez, bu deyişi “bunu bile bilmiyorum” şeklinde tamamlayarak daha tutarlı bir slogana dönüştürür ve miras olarak aldığını düşündüğü şüpheciliği daha ileri taşır. 
  • SORU: Palemon’dan sonra okulun başkanı olan Arkesilaos’un okulu şüpheci bir okula dönüştürmesi okulun diğer mensupları tarafından nasıl karşılanmıştır? Onunla hemfikir olmuşlar mıdır? 
  • CEVAP: Evet, Arkesilaos dönemindeki diğer filozoflar gibi orta akademi dönemi sonrası son dönemin önemli şüphecileri olan Cicero ve Sextus Empiricus da bu düşünceye katılır ve onaylarlar.
  • SORU: Arkesilaos, Sokrates ve Platon’un şüpheci olduğundan bahsediyor ama deminden beri kullandığımız Sokrates’in meşhur deyişinin bir çeşit yorumu haricinde bu filozofların şüpheciliğine dair hiçbir şey görmüyoruz. Onların şüpheciye dönüşümünü veya yorumunun nasıl mümkün olabilir? 
  • CEVAP: Arkesilaos, Platon’un şüpheci olduğuna onun düşüncelerinden değil, -Sokratik- soruşturma yönteminden, Platon’un diyalektik araştırma metodu olan diyaloglarında kullanılan yöntemden yola çıkarak varmış gibi görünüyor. Bir anlamda bu yöntemi şüpheciliğin kendisine dönüştürüyor. Ayrıca Sokrates yöntemsel şüpheciliği sadece ahlakla ilgili konularda kullanırken Arkesilaos felsefenin bilgi iddiası taşıyan her alanı için bu yöntemi kullanmaya çalışıyor.  
  • SORU: Arkesilaos’un yaptığı yorum doğru mudur? Onu Sokrates’in bir devamı olarak görmek mümkün mü? 
  • CEVAP: Hayır değil. Sokrates’in temel deyişini bile değiştiren Arkesilaos daha radikal bir şüphecidir öncelikle. Sokrates sahip olmadığı bilgiye sahip olmak ümidiyle araştırma gayretine girer ve ahlak kuramı da doğru bilgiye sahip olmak üzerine kuruludur. Fakat Arkesilaos’un -bir Piron- takipçisi olarak (doğru) bilgiye erişmek umudu taşımadığını görüyoruz.

Her şey karanlık içinde bulunmaktadır ve hiçbir şeyin algılanması veya kavranması mümkün değildir. O halde herhangi bir konuyla ilgili bir iddiada bulunmak veya herhangi bir şeyin doğru olduğunu söylemek uygun değildir. İnsan kendini tutmalı ve temelsiz olan bir iddiada bulunmaktan kaçınmalıdır. Yanlış veya bilinmeyen bir şeyin doğru olduğunu söylemek acele verilen hatalı bir karar olacaktır ve bilgi ve algının önünde koşarak tasdik etmek ve onaylamaktan daha utanç verici bir şey yoktur.

Arkesilaos
  • Arkesilaos doğru bilgiye sahip olmadan yaşamayı mümkün görür ve hiçbir şeyi tasdik etmeksizin yaşamın doğru ve gerekli olduğunu ileri sürer. Ona göre “bilgeliğin esas göstergesi bilgiye sahip olmak değil, yanlıştan korunmuş olmaktır”. 
  • SORU: Arkesilaos’un deneyci bilime de -tutarlı olarak- karşı çıktığını söyleyebilir miyiz? 
  • CEVAP: Arkesilaos dönemin iki deneyci okulu olan Stoacı ve Epikurosçulara katılmaz ve deneyci bilime algıların yanılabildiğimi söyleyerek karşı çıkar. Hatta onun yaptığı eleştiriler yüzünden Stoacı Krizippos (Khrysippos) deneyci kuramda bazı değişiklikler yapmak zorunda kalmıştı. (Bkz: Stoacılar)
  • SORU: Buraya kadar öğrendiklerimizden yola çıkarak sorarsak; Stoacıların var olduğunu söyledikleri bir bilgi olmadığına göre (Arkesilaos’a göre) onların doğru bilgiye sahip bilgesi de aslında yoktur ve dolayısıyla bilgiye dayalı ahlaki sistemleri sorunludur diyebilir miyiz?
  • CEVAP: Evet, eğer bir bilge varsa da bu bilge hiçbir konuda yargıda bulunmanın mümkün olmadığını kabul etmelidir ve bu bilgenin yapacağı şey tüm yargılarını askıya almak olmalıdır.  
  • SORU: Peki pratik hayat ve ahlak öğretisi konusunda Piron’dan farklılık söz konusu mudur? 
  • CEVAP: Arkesilaos yine de hayatı -pratik anlamda- yaşayabilmek, yönetebilmek için eylemlerin “akla uygun (makul)” olması gerektiğini söyler. Her şey hakkındaki yargıyı askıya alan kişi yine de akla uygunluğa dayanarak çeşitli seçimlerde bulunmak zorunda kalacak ve böylece hayatın amacı olan mutluluğa erişecektir.

Çünkü mutluluğa bilgelik sayesinde erişilir ve bilgelik doğru eylemlerden ibarettir. Doğru bir eylem ise yapıldığında akla uygun bir savunması verilebilen eylemdir. Dolayısıyla akla uygun olana ulaşan doğru eylemde bulunacak ve mutlu olacaktır.

Arkesilaos

KARNEADES 

  • Orta dönemin ikinci önemli temsilcisi Karneades de Arkesilaos gibi Atinalı değildir ve Sokrates, Piron ve Arkesilaos’un geleneğini izleyerek arkasında yazılı bir eser bırakmamıştır. İÖ 214-129 yılları arasında yaşamıştır.  
  • Roma’ya giden ilk Atina heyeti içinde yer aldığı sırada adalet hakkında iki uzun konuşma yapmıştır. İkinci konuşması ilk konuşmasını çürütmek üzere yapılmış ve önceki gün kendisini övenleri pişman etmiştir. Anlaşıldığı üzere bu onun bütün tartışmalarda kullandığı bir soruşturma ve çürütme yöntemidir. O herhangi bir konuda lehte veya aleyhte iddialarda bulunabileceğini böylece göstermek istemiştir.  
  • SORU: Bu yaptığı retorik sanatındaki yetkinliğinin gösterişi olabilir mi? 
  • CEVAP: Onun yaptığı, şüpheci tutuma uygun olarak kimsenin herhangi bir konuda kesin kanıtları olmadığını göstermek gibi görünüyor. Bu yöntemi Piron ve Arkesilaos’un da kullandığını belirtmeliyiz. Arkesilaos, bahsettiğimiz Sokratik tartışmalarında bu yöntemi kullanarak insanları zor durumda bıraktığını öğreniyoruz.  
  • SORU: Bu konuşmaların içeriğine ilişkin bilgimiz var mı? 
  • CEVAP: Bahsettiğim bu konuşmalarda adaleti önce herkese hakkı olan şeyin verilmesi olarak açıklamış, ikinci konuşmasında da her varlığın kendisi için en uygun olay şeyi elde etmeye eğilimli olduğunu ve başkalarının değil, kendi çıkarına uygun olanın peşinden koşmanın adalet olduğunu anlatarak karşı çıkmıştır. Sofistlerde de gördüğümüz ünlü “doğa yasası” açıklaması yani. 
  • SORU: Yani Karneades, adalet ya iyi ama aptalca bir şeydir ya da kötü ama akıllıca bir şeydir ikilemine sürüklüyor bizi. 
  • CEVAP: Fakat biz şimdiye dek adaleti savunan herkesin onun hem iyi hem de akıllıca bir şey olduğunu söylediklerini gördük. Tabii onun bu -ikinci- adalet yorumu dahil olduğu heyet ile birlikte Roma’dan kovulmasına yol açacaktır.  
  • Dönemin felsefe tartışmaları okullar arasındaki görüş aykırılıkları olduğu için Karneades’in daha çok Krizippos eleştirileri yaptığını görüyoruz. Öyle ki “Krizippos olmasaydı ben de olmazdım” demiştir. Yaptığı eleştirilerin Stoacıların bilgi kuramları, ahlak kuramları, teolojileri ve nedensellik öğretilerine yönelik olduğunu görüyoruz.  
  • SORU: Karneades’in bilgi kuramı anlayışının Arkesilaos’la benzerlik gösterdiğini söyleyebiliriz herhalde. Bu konudaki tartışmaya bir yenilik getirmiş midir? 
  • CEVAP: Karneades de Arkesilaos gibi bilgi kuramı modelini Platon’un Sokrates’inde buluyor ve aynı diyalektik yöntemi kullanıyordu. Yine benzer şekilde Stoacıların kavrayıcı algı anlayışına karşıdır. Bu eleştirinin temel argümanı da Stoacıların var olduklarını iddia ettikleri “kavrayıcı algı”nın varlığını kanıtlayamamalarıdır. Buna göre: 
  • Kavrayıcı algının, algı kaynağı olan gerçek nesnelerin gerçek olup olmadıkları bilinemez. Rüyalar, yanılsamalar, halüsinasyonlar da algılayan için gerçek görünürler ve özne bunlar da kaynağı gerçek algılar olarak kavrar.  
  • Karneades, (Arkesilaos gibi) Stoacıların aklı, algıların sistemli bir şekilde toplanması ve karşılaştırılmasından meydana gelen bir bilgi yetisi olduğu yönündeki görüşlerine katıldığı için, kavrayıcı algıların yetersizliğinden aklın da doğrunun bir ölçütü olmadığı sonucuna varır. 
  • Karneades’in yaptığı geliştirme pratik hayatta hiçbir yargıda bulunmanın imkansızlığına dair Arkesilaos’un ortaya attığı “akla uygunluk” yönteminin geliştirilmesidir. 
  • Karneades eylemlerin doğrulunun kıstasının “akla uygunluk” değil, “doğru olması en olası algı” olduğunu söyler. Olasılık, bilinemeyen, bize kapalı olan doğrunun bilgisinin yerine geçen şeydir ve pratik hayat için teorik temel bu olacaktır. “Olasılık kuramı” dediğimiz yöntem, doğrunun Stoacılar gibi doğru ve kesin algılarla değil, doğru olması olası ve ikna edici/inandırıcı algılarda aranmasıdır.  Bu algı aynı zamanda Stoacılardaki gibi başka algılar ve şeyler tarafından engellenmeyecek ve tam olarak araştırılmadan kabul edilmeyecektir.  
  • SORU: “Başka algılar tarafından engellenmesi” ne demek tam olarak? Nesneleri algılarken karşılaştığımız güçlükler ve yanılsamalar mı? 
  • CEVAP: Karneades burada algıyı nesnel olarak değil öznel olarak ele alıyor. Nesnel olarak düşündüğümüzde dış dünyadaki nesneyi algılarız, algımız nesne ile uyumlu ise algı doğrudur deriz fakat biz aslında dış dünyayı algılarımız haricinde bilemediğimiz için dış dünyadaki hiçbir şeyin mutlak doğru bilgisine sahip olamayız. Dolayısıyla Karneades için “doğru/yanlış” algı yerine “görünüşte doğru/yanlış” algı vardır. Yani bu doğrular nesnel, kendinde doğrular değil, bizim, yani algılayan için özneler için doğrular olarak ele alınacaktır ve modern felsefenin habercisi olacaktır.  
  • Görünüşte doğru algıların doğruluğu konusunda bizi ikna edecek ne kadar çok delil/emare varsa doğruluk oranı da o denli artacaktır. Konu ne kadar önemli ise ona ilişkin algımızın olası doğruluk derecisini artırmak da o denli önemlidir.

… Karneades de benzer bir şekilde ölçüt olarak önemsiz meselelerde yalnızca olası algıyı, daha ciddi meselelerde engellenmemiş algıyı, mutluluğumuzla ilgili meselelerde ise tam olarak araştırılmış, soruşturulmuş algıyı kullandığımızı söylemektedir.

  • Şüphecilerin alameti farikası dönemin felsefelerinden farklı olarak gerçek ve görünüş arasındaki farkı ortaya koymaları ve şeylere ilişkin mutlak bilgiye asla ulaşamayacağımızı net bir şekilde ortaya koymalarıdır. Buna rağmen elimizde algılarımızdan başka bir bilgi edinme aracımız olmadığı için pratik hayatı yaşarken algılarımıza ne ölçüde güvenebileceğimiz ve onları nasıl tasnif edeceğimizi de ortaya koymaya çalışmışlardır. Algılara ve şeylerin gerçekliğine ilişkin benzer bir yaklaşımı ancak modern çağda tekrar göreceğiz.  
  • SORU: Karneades bu (öznel) yaklaşımı felsefenin başka alanlarına da uygulamışlar mıdır? 
  • CEVAP: Karneades’ta bilgi ve algıların doğruluğuna yönelik bu öznelci yaklaşımın Stoacıların tanrı kanıtlamalarına yönelik itirazlarında da kullandığını görüyoruz. Örneğin Stoacıların tanrı kanıtı olarak sundukları tüm insanların tanrının var olduğuna ilişkin “ortak kanı”sı kanıtının, tanrının var olduğunu değil, insanların tanrının var olduğuna inandıklarının kanıtı olabileceğini söyler. Aynı zamanda o dönemde ateist toplulukların varlığının da pekala tanrının varlığının reddi için kullanılabileceği argümanı sayılır.  
  • SORU: Karneades Stoacıların panteist tanrı anlayışına başka itirazlar etmiş midir? 
  • CEVAP: Karneades, Stoacıların evrenin akıllı ve bilgi bir varlık olan tanrı olduğu yönündeki iddialarına karşı çıkar. Stoacıların bunun için önce evrenin (tanrının) canlı olduğunu kanıtlamaları gerekir ama ortada böyle bir kanıt yoktur. Ya da eğer insan aklı evrensel (tanrı) aklın (doğa) bir parçası ise insan aklının doğanın kendiliğinden bir ürünü olarak ortaya çıkamayacağını kanıtlamaları gerekir diye itiraz eder.  
  • SORU: Peki evrensel planın varlığına ilişkin neler diyor? 
  • CEVAP: Bununla birlikte evrende bir plandan, erekten hareketle planlayıcı bir tanrı anlayışı argümanında da sorunlar bulunur. Bu sorun “evrenin gerçekten ereksel olup olmadığıdır”. Evrende bizim “tanrısal düzen” dediğimiz şey pekâlâ doğal bir fenomen olabilir.  
  • Ayrıca tanrısal inayetin olduğu yerde insanlara zarar veren doğal afet, zararlı hayvanlar gibi şeylerin varlığı ve Krizippos’un bahsettiği şekliyle tanrının önemsiz şeyleri ihmal etmesi fikri nasıl kabul edilebilir? Bunlar mükemmel bir için nasıl olur da kusur olarak görülmez?
  • Karneades aynı zaman Stoacıların kehanete ve astrolojiye dair inançlarını da sert bir şekilde eleştirecek ve çürütecektir. Aslında Karneades her ne kadar Stoacıları eleştirse de onun eleştirileri temelde tüm dogmacılara yönelikti. Bu eleştiriler öylesine etkili olacaktır ki neredeyse tüm okullar (Aristotelesçiler, Epikurosçular, Orta Stoacılar ve Şüphecilerin bizatihi kendileri) görüşlerini baştan ele almak zorunda kalacak, diğer okullardan görüşler alacak ve eklektik yapılara dönüşecekler.  
  • Roma felsefesi diyebileceğimiz bir dönemde okulların düşünceleri birbirlerine iyice yakınlaşmış olacaktır ve Yunanlı filozoflar memleketlerinden ayrılarak Romalı elitlere, aydınlara öğretmenlik yapacaktır. (Philon-Cicero) Ne yazık ki Romalı aydınlar hep Yunan filozoflarının öğrencisi olarak kalmaya devam edeceklerdir.  
  • Bu dönemde Cicero akademik felsefeyi kaleme aldığı eserlerle iyice sistemleştirmiş, son derece iyi ve edebi Latincesi sayesinde önemli felsefe eserleri çevirmiş ve Yunanca kavramları Latinceye çevirmiştir. Yaptığı çevirilerde kullandığı tasnif ve numaralandırma sistemleri hala kullanılmaktadır. Yaşadığı ülke ve dönemde önemli görevler gerçekleştirmiş, hürmet görmüş, siyasi çekişmeler nedeniyle imparator tarafından öldürülmüştür.  
KAYNAKLAR:

İlkçağ Felsefe Tarihi 4. Cilt, Ahmet Arslan
Felsefe Tarihi, Macit Gökberk
Ünlü Filozofların Hayatları ve Öğretileri, Diogenes Leartius
PODCAST: History of Philosopy Without Any Gaps
PODCAST: GayriSafii Fikirler; Epistomolji 101 Bölüm VI, VII

Etiketler:.

Rate it
Önceki bölüm

Yorumlar

Henüz yorum yapılmadı.

Bir Yorum Yazın

Mail adresiniz burada gösterilmeyecektir. Zorunlu alanlar * ile işaretlenmiştir.