• Ana Sayfa
  • keyboard_arrow_right Yazılar
  • keyboard_arrow_right Platon
  • keyboard_arrow_right Platon’un “Gerekli Yalan”ının Din Olgusuna Benzerlikleri

Yazılar

Platon’un “Gerekli Yalan”ının Din Olgusuna Benzerlikleri

Bilal A. Kasım 16, 2019 934 2


Background
share close

Özet

Bu makalede Platon’un Devlet eserinde düzenin kurulmasında önemli bir işlev yüklediği “Gerekli Yalan” kavramının bütün dinler için tatbik edilebileceğini ve aslında dinlerin temelde yalan üzerine kurulmuş olduğunu, gerek düzenin sağlanması gerekse de kişisel menfaatlerin elde edilmesinde önemli bir araç olarak kullanıldığını savunacağım.

Yalan, aldatmak amacıyla bilerek ve gerçeğe aykırı olarak söylenen sözcüktür. (TDK, 2005: 2114) Yalan, felsefe tarihinde çokça tartışılmış bir konu değildir. Bunun nedeni, yalan söylemenin hemen her filozof tarafından mahkûm edilmesidir. Ne var ki kimi filozoflar yalanın yerine göre kullanılmasıyla yarar sağlayabileceğini düşünürler. (Kulak, 2017: 36)

Benim yazımın temel kaynağı olan Devlet’in yazarı Platon ise yalanın toplum düzeninin sağlanmasında olumlu bir işlevi olacağından bahsetmektedir. Çeşitli toplumsal faydalar elde etmek maksadıyla bütün topluma söylenen bu yalan çeşidi onun için bir istisnadır. Zira normal şartlar altında “yalandan, tanrılar da insanlar da hep nefret ederler” ve “kimse özünün en üstün, en gerçek yanıyla, en üstün, en gerçek şeyler üzerinde adlanmaya razı olmaz. Özünün bir yalanın kölesi olmasını istemez” (2007, 72: 382a-382b) Yalan söylenmesi suçtur. “Yönetilenin yönetene yalan söylemesi, hastanın hekime, öğrencinin öğretmene yalan söylemesi kadar ya da gemicinin kaptandan gemi ve gemicilerin durumunu gizlemesi kadar büyük, daha da büyük bir suçtur” (2007, 78: 389c) ve yalan cezalandırılmalıdır. “Demek yöneten, şehirde birinin yalanını yakalarsa, Homeros’un dediği gibi: “İster bir sanat adamı olsun ister falcı ister hekim ister doğramacı”, onu cezalandıracak” (2007, 79: 389d)

Onun yalanın söylenmesine dair ilk istisnası, yalanın düşmanlara söylenmesi ve dost bilinenlerin çılgınlıkla ya da bunaklıkla kötü bir şey yapmalarına engel olmakla başlıyor. (2007, 72-73: 382c) Bunu takip eden daha önemli istisna devleti yönetenin, devlet yararına ve düşman zararına olacak şekilde topluma yalan söyleyebilmesidir (2007, 78: 389c) Devlet idarecilerinin söyleyeceği yalan çeşidi gerekli yalandır. Platon, kuracağı devlette yurttaşlarını inandıracağı bir Fenike masalı anlatacağını söyler:

“Biz sizi bazı ilkelere göre yetiştirdik ya, bunlar bir çeşit rüyaydı. Gerçekte siz, silahlarınız, bütün eşyalarınızla birlikte yerin altında yetiştiniz, yoğruldunuz. Toprak, bir ana gibi, iyice büyüttükten sonra yeryüzüne çıkarttı sizi. Üstünde yaşadığımız bu toprak sizleri büyüten, emziren ananızdır. Ona saldıran olursa korumak boynunuzun borcudur. Yurttaşlarınız da aynı toprağın çocukları ve sizin kardeşlerinizdir.”

(2007, 110-111: 414d)

Hayret verici bir pratiklikle ortaya konan bu kozmogoniye insanların kolay inandırılmayacağı ortadadır. Daha hayret verici olansa bu yalanı takip eden faydalardır:

“Bu toplumun birer parçası olan sizler, diyeceğim, birbirinizin kardeşisiniz. Ama sizi yaratan tanrı, aranızdan önder olarak yarattıklarının mayasına altın katmıştır. Onlar bunun için baş tacı olurlar. Yardımcı olarak yarattıklarının mayasına gümüş, çiftçiler ve öbür işçilerin mayasına da demir ve tunç katmıştır. Aramızda bir hamur birliği olduğuna göre sizden doğan çocuklar da herhalde size benzeyeceklerdir. Ama arada bir, altından gümüş, gümüşten de altın doğduğu olabilir. Bunun için tanrı, her şeyden önce önderlere, doğan çocuklara iyi bekçilik etmelerini, içlerine bu madenlerden hangilerinin katışmış olduğunu dikkatle araştırmalarını buyurmuştur. Kendi çocukları tunçla ya da demirle katışık doğmuşlarsa hiç acımayıp, hamurlarına uygun işlere koyacak onları; çiftçi ya da işçi yapacak. Çiftçi ve işçi çocukları arasından mayaları altın ve gümüşle katışık doğanlar olursa, onları gözetecek, kimini önderliğe kimini bekçiliğe yükseltecek; çünkü mayasında demir ya da tunç katışık olanların önderlik edeceği gün şehrin yok olacağını tanrı buyurmuştur.”

(2007, 111: 415b)

Platonun soylu yalanı, Fenikelilere dayandırdığı mitosla özdeş olmadığı gibi onunla da sınırlı değildir. Bu noktada Platon bakımından hakikati destekleyen ve insanları başka yanılgılardan koruyan herhangi bir başka yalan da pekâlâ söylenebilir. Önemli olan soylu yalan(1) için gereken ayırıcı niteliklerin bulunmasıdır. Bunların başında bireyleri ortak bir kökene sahip olduklarına inandıracak bir açıklama gelir. Bunu toplumsal eşitsizliklerin kabullenilmesi ve düzenin korunması konularında ikna edici diğer açıklamalar takip eder. Bu açıklamaları bir mitos içerisinde sunan soylu yalan, düzenin korunması ve bireyleri istenilen formda bir arada tutmak için gereken tutkal işlevi görür. Bu tutkal istenilen bir düzenin kurulmasında ya da halihazırdaki bir düzenin korunmasında her bireyi birer gönüllü olmaya iter. (Kulak, 2017: 36)

Platon’un gerekli yalanı, benim de tam üzerinde durmak istediğim şekilde, bir mitos, farklı bir okumayla bir dindir ve birçok dinin beraberinde getirdiği bir bireysel ve toplumsal inanç ve yönetim sistemleri bütünüdür. Benim perspektifimden bağımsız bir şekilde genel kabul gören bir din tanımına başvurmamız gerekirse wikipedia.org’a başvurabiliriz. Buna göre din: “İnsanlara bir hayat tarzı sunan, onları belli bir dünya görüşü içinde toplayan kurum, bir değer biçme ve yaşama tarzı; yaratıcıya isteyerek bağlanma, birtakım şeyleri duyma, onlara inanma ve onlara uygun iradi faaliyette bulunma olgusu; üstün varlıkla ona inanan insan arasındaki ilişkiden doğan deneyimin inanan kişinin hayatındaki etkileri olarak tanımlanabilir.” Mitoslar aracılığı ile küçük ve ilkel toplulukların idaresinin sağlandığı antik çağlardan orta çağın din temelli devlet sistemlerine, hatta günümüzde özellikle Ortadoğu coğrafyasında dini sistemler içerisinde yükselen devlet yapıları yahut politikacıların dünyanın hemen her yerinde dini politik araçlar haline getirmiş olmaları Platon’un başarmak istediği şeye çok benzemektedir.

Din olgusuna yapılan bu güncel ve kolay itiraz edilmeyecek tanımını bir yana bırakır ve benim pencereme dönecek olursak, dinin nasıl oluştuğunun ve ona nasıl itirazlar edildiğinin ilk örneklerine bakmak gerekecek. Sofistlerden Kritias, dinin ve tanrı olgusunun doğuşunu şöyle anlatıyor:

“Bir zamanlar insanların yaşamı düzenden yoksundu, vahşi hayvanların yaşamına benziyordu ve kaba güç hüküm sürüyordu. O günlerde iyiler mükafat görmüyor, kötüler cezalandırılmıyordu. Bence insanlar yasaları, hak her şeye aynı şekilde hükmetsin ve kötülüğü baskı altında tutsun diye, eğitmen olarak koydular. Ve bir kimse suç işlediği zaman artık cezalandırılıyordu. Yasalar, açıkça suç işlemeyi engellediği ve bu yüzden gizli gizli kötülük yapıldığı zaman, kurnaz ve zeki biri inşalar için tanrı korkusunu buldu gibi geliyor bana, ki böylece suç işleyenler bunu gizlice yapar ya da kötü bir şey söyler ya da sadece düşünürlerse bile, korkuya kapılsınlar diye. Bu yüzden o tanrı inancını yaydı:

Ölümsüz, güçlü, aklıyla gören ve işiten, insanüstü anlayışa sahip bir tanrı vardır; kutsal yaratılışıyla bütün bunlara dikkat eder. İnsanların her sözünü işitir, yaptıklarını görebilir. Ses çıkarmadan kötü bir şey düşünsen bile tanrılardan gizli kalmaz bu. Zira onların anlayışları insanlarınkinden çok üstündür.

O böylece, gerçeği yanıltıcı sözlerle gizleyerek, öğretiler için en kurnazca olanını yaydı. İnsanların en korktukları yerde oturur tanrılar diyordu, insanlara korkunun yayıldığı ve acınası yaşamları için nimetle bereketin geldiği yer biliyordu: Çakan şimşeklerin ışığını gördüğü ve tüyler ürpertici gök gürültüsünün sesini duyduğu, güneş ışınlarının yola çıktığı ve nemli ıslaklığın toprağa döküldüğü yerden, yani zamanın, bu zeki sanatçının muhteşem eseri yıldızlı gök kubbenin bulunduğu yerden. Bu tür korkularla insanlara gözdağı verdi ve tanrıya, kendisine yaraşan, uygun ve iyi düşünülmüş konak yerleri gösterdi, yasaya aykırı istekleri yasalar vasıtasıyla kaldırdı. Sonra da şunu ekledi:

Sanırım biri insanları bir tanrı soyunun varlığına ilk defa böyle inandırdı.”

(Capelle, 2011: 284)

Kritias’tan önce, ilk ateist olarak kabul edilebilecek, sofistlerden Prodikos da dinlerin doğuşu hakkında benzer fikirlere sahiptir:

“Güneş, Ay, ırmaklar ve kaynaklar ve genel olarak hayatımıza yardımı dokunan ne varsa faydaları yüzünden, Mısırlılarda Nil gibi, eskilere tanrı olarak görünmüşler ve bunun için ekmeğe Demeter, şaraba Dionizos, suya Poseidon, ateşe Hephaistos gözüyle bakılmış ve bu, işe yarayan şeylerin her biri için böyle olmuştur.”

(DK 84 B 5) (Arslan, 2016: 53)

Hangi din olursa olsun, bir bütün olarak hiç yoktan ortaya konduğu zaman insanların buna inanmaları güç olacaktır. Bunun farkında olan Platon da insanları inandıramasa da çocuklarını ve torunlarını inandırmanın bir yolu bulunacağını düşünmektedir. (2007, 111: 414d)

Platon’un gerekli yalanı ile elde etmek istediklerinin bir kısmının uyuştuğunu gördüğümüz Kritos’un din ve tanrının doğuşu anlatısını karşılaştırdığımızda, bu formülün herhangi bir dine de kolaylıkla tatbik edilebileceği ve herhangi bir dinin aynı düşüncenin ürünü olduğu fikrine ulaşmamak mümkündür. İnsanların birbirlerine zarar vermeden kardeşçe yaşaması, yasalara ve elbette yasa koyuculara itaat etmeleri gerekliliği Kritos’un da Platon’un da ortak noktalarıdır.

Sofistlerin günümüze hala ışık tutmayı başaran görüşlerinden din tanımları ve bir anlamda itirazları, beni ilk animist pratiklerden mitoslara, tek tanrılı dinlerden modern dünya inançlarına kadar, aşırıya kaçmamak kaydıyla, onları beraber değerlendirmek ve bütün din ve dinsel inançların Platon’un gerekli yalanına benzer oldukları ve benzer amaçlarla ortaya atıldıkları sonucuna vardırıyor. Gerekli yalanla, dinle, elde edilmek istenenler toplum düzenini sağlamak gibi faydalı sonuçlar gibi görünse de kurulacak toplumsal düzenin eşitsizliğe dayalı inşasının mümkün olması, kurulacak sistemin kimin hangi ihtiyaçlarını karşılayacağı, kime fayda sağlayacağı tartışmasını beraberinde getirecektir. Bu noktada, soylu yalanın söylendiği tarihsel örneklere bakıldığında, eşitsizliğin korunmasında işler niteliğe sahip olduğu bir araç olduğu tespit edilebilir. (Kulak, 2017: 45)

Hülasa, dinlerin gerekli yalan çerçevesinde değerlendirilmesi, toplumun belirli bir kesiminin din yoluyla kazanç elde edilmesinin önlenmesi, toplumun ihtiyacı olduğu iddia edilen “manevi yaşamın” Platon’un gerekli yalanının farklı pratiklerinde aramak yerine toplumun ve insanın kendisinde, yalana başvurmadan, aramak ve öyle görünüyor ki inşa etmek gerekmektedir.

KAYNAKÇA

Arslan, Ahmet (2016). İlkçağ Felsefe Tarihi. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Capelle, Wilhelm (2011). Sokrates’ten Önce Felsefe. Oğuz Özügül (Çev) İstanbul: Pencere Yayınları.
Kulak, Önder (2017). “Platon’dan Strauss’a: Düzenin Kurulmasında ve Korunmasında Soylu Yalanın Rolü”. ViraVerita E-Dergi Sayı 5, 35-48
Platon (2007). Devlet. Sabahattin Eyüboğlu – M. Ali Cimcoz (Çev) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Türk Dil Kurumu (2005). Türkçe Sözlük. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
http://www.wikizero.org/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvRGlu

NOTLAR

1) Kulak’ın metninde gerekli yalan “soylu yalan” olarak işlenmiştir. İngilizce metinlerde de "noble lie" diye geçer.

Etiketler:.

Rate it
Önceki bölüm

Yorumlar

Henüz yorum yapılmadı.

Bir Yorum Yazın

Mail adresiniz burada gösterilmeyecektir. Zorunlu alanlar * ile işaretlenmiştir.